KADİM DÜŞMANINI TANI.

Rize 26.10.2020 - 22:04, Güncelleme: 02.12.2022 - 09:38 1868+ kez okundu.
 

KADİM DÜŞMANINI TANI.

Cevabını bilmediğimiz sorularla mı karşı karşıyayız? Yoksa cevabı çok önceden verilmiş ancak bizim hâlihazırda bilmediğimiz sorulara mı muhatap oluyoruz? Ne oluyor? Olaylar sadece “anlatı” haliyle ortaya konulmaya çalışılırsa “mevzu” bir masa etrafında yapılan sohbetten öteye geçmez. Geçemez. Mevzu yüreği dağlıyorsa, iç dünyamızı daraltıyorsa, her haliyle huzurumuzu kaçıracak derinlikteyse yüzeysel bakamayız. Mevzuyu kaybetmek mevzi kaybetmektir. Bilmeliyiz. İslam coğrafyasını derinden sarsıp üzecek, yürekleri acıtacak girişimlerin önü arkası kesilmiyor. Son zamanlarda bu coğrafyanın insanı; üstesinden gelmekte zorlandığı yıpratıcı düşünce, proje ve uygulamalarla baş başa kalmış, ne yazık ki bu durum günden güne daha belirginleşmiş ve kuşatıcı bir hâl almıştır. Tüm Müslümanların onurunu hedef alan saldırılar peş peşe tekrarlanmasında, aşağılayıcı ve tahrik edici davranışların sergilenmesinde maksat nedir? Buda’nın heykeline yönelik yapılan saldırıda topyekûn ayağa kalkan ve bu eylemin mensuplarını en ağır bir şekilde suçlayan batı dünyası; müslümanların kutsallarına saldırıları maskelemeden uluorta yapması ve yapanları himaye etmesi neyin nesidir? Şu bir gerçek; “Antik Yunan ve Roma döneminden bu zamana kadar kendisini hep “ötekisi” ile tanımlamaya ve var olmaya alışık olan batı, bin yıldan beri İslam’ı “ötekileştirmiş “ve kendi kimliğini İslam karşıtlığıyla inşa etmiştir…” Lafı eğip bükmeye gerek yoktur. Batı, kendisini İslam’ın karşısında görerek tanımlamıştır. Dolaysıyla “ Batılılar, bizi bir tanısa sevecektir.” Düşüncesiyle beklentiye girmek anlamsızdır. Halil Cibran; “Biz size saraylar inşa ederiz, siz bize mezarlıklar kazarsınız” sözüyle âdeta hakikati dile getirmiştir. Batı, yedinci yüzyıldan itibaren İslam dininin yeryüzüne yayılması, hızlı yükselişi karşısında derin bir sarsıntı geçirmiştir. O zamana kadar yeryüzünün hâkim dini olarak görülen Hristiyanlığın, İslamiyet’in gelişiyle birlikte batıl kabul edilmesi Hıristiyan din adamları tarafından tepkiyle karşılanmış, topyekün İslam’a ve onun peygamberine savaş açılmıştır. Yüz yıllardır bitmeyen kin ve nefretin kökünde “Mekke’den doğan güneş” olduğu aşikârdır. 1095 yılında Haçlı Seferleri’nin kışkırtıcılığını üstlenen Papa II. Urban, “Kutsal savaş” nidâlarıyla Hristiyan halkını her türlü yalan ve hileyle galeyana getirip Müslümanların üzerine salarken; “Lânetlenmiş bir millet, hıristiyan beldelerini kasıp kavurdu, ateş ve zulüm yağdırdı. Bu alçaklıkların intikamını, Tanrı’nın kahramanlıkta diğer milletlerden üstün kıldığı (!) sizlerden başka kim alabilir? Vazifelerin en önemlisi mukaddes Kudüs’ü kurtarmak, mukaddes yerleri istilâ eden pis milletten kutsal yerleri geri almaktır.” “Tanrı, İsa’ya tapanların yardımına koşmaya ve topraklarından uzaklarda, o lanetli ırkı kökünden kazımaya, ister şövalye, ister halktan olsun, ister zengin ister yoksul olsun, herkesi sık sık dâvet etmeniz için, İsa’nın bayrağını taşıyan sizleri benim ağzımdan teşvik etmektedir.” söylemiyle niyetini ortaya koymuştur. O dönemde İslam toplumlarından Hristiyanlara yönelik “mütecaviz” bir tutum olmamasına rağmen Papa’nın bu sözlerinin arka planında tahammülsüzlük ve önyargının varlığıdır. Asırlar öncesinden fitillenen bu hasımlık ve kindar tutum asla bitmeyecektir. Farklı tutum ve yöntemlerle bugün de yarın da devam edecektir. Batı, bin yıldır Türk/Müslüman nefretini üzerinden atamamış; Malazgirt’i, Kudüs’ün fethini, İstanbul’un Türk hâkimiyetine geçip Ayasofya’nın minarelerinden yankılanan ezan sesini hiç unutmamıştır. -Fransızların meşhur Roland Destanı’nda “Müslümanların, şeytanın temsilcileri” diye tasvir edilmesi, -Dante’nin İlahi Komedyası’nda, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali ‘nin cehennemin sekizinci katında yer alırlar şeklinde nitelendirilmesi, -Shakespeare, Othello’sunda; “Yalan söylüyorsam Türk gibi olayım” denilmesi, -Martin Luther’in; “Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bin Türk öldürürdüm. Bu da yılda üç yüz elli bin Türk ederdi. Türkler; Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır. Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine, Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır” sözü, -Winston Churchill, “Türkler, Müslümandır ve insan sayılmazlar” ifadesi, -ABD Başkanı George Bush, 11 Eylül’de Müslümanlara karşı “Haçlı Seferini” başlatması, -Margaret Thatcher’in, NATO toplantısında; “Arkadaşlar biz NATO’yu Rusya’ya karşı kurmuştuk. Rusya çöktü, şimdi NATO’yu dağıtacak mıyız? Hayır, neden? Çünkü düşmanı olmayan ideoloji yaşamaz. Düşmanımız olmazsa biz de yaşayamayız. Dikkat ediyorsan bak, temele düşmanlığa koyuyor. Rusya gitti, İslâm var, yeni düşmanımız İslâm’dır.” Diyerek İslam’ı hedef göstermesi, -Kissinger’ın; “Ortadoğu'nun yarısı İsrail'in olacak. Üçüncü dünya savaşının patlama anını iple çekiyor, özlemle bekliyorum! “ demesi, -İsrail’in, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu'sunu da kapsayan Nil'den Fırat'a kadar olan bölümünün Yehova tarafından kendilerine vaat edildiğini söylüyor olması, -Fransa’nın desteklediği ve Tek amacını “Müslüman öldürmek” olarak açıklayan Hristiyan Anti-Balaka Örgütü’nün, Orta Afrika’da Müslümanlara karşı sistematik soykırım uygulaması, -Filistin, Bosna, Irak, Suriye, Libya, Arakan ve Azerbaycan başta olmak üzere; yeryüzünün birçok yerinde Müslüman kanının akıtılması, zulme tabi tutulup öldürülmesi, -Çin’de milyonlarca Türk’ün işkence kamplarında esir tutulması, öldürülmesi, sürgün edilmesi, -Cezayir, Sudan, Somali Balkanlar ve Kafkaslarda akıl almaz insanlık dışı muamele ve işkenceler… Nicesi ve niceleri… Dünyanın süper güçleri olarak nitelendirilen devletlerin eliyle son iki yüz yılda milyonlarca masum Müslümanın öldürülmesi, işkenceye tabı tutması, sürgüne zorlamasının arka planında “kadim düşman” olarak gördüğü İslamiyet’ten başka bir şey değildir. Küresel Batıl/ı hayat tarzının diş geçiremediği tek din İslâm, tek coğrafya İslâm dünyası, tek topluluk Müslümanlar ve Türklerdir. Dolaysıyla İslâm’a karşı Batılı öfkeyi doğru okumak; Batı’nın İslâm’a tahammülsüzlüğünün temelinde yatan gerekçesini iyi anlamak gerekir. Bugün itibarı ile bilinmesi gereken gerçek şudur; “Yaşadıklarımız tesadüf olmadığı, Haçlı zihniyetinin ürünü olduğu, binlerce yıldır devam ettiği ve nihayete ermeyeceğidir.” Öyleyse Batı ölçekli yaşadığımız sorunlara birbirimizin yüzüne bakarak “batılıları kim öfkelendirdi” diyerek suç ve suçlu aramadan; zaten batı toplumunun “ötekisi” olduğumuzun bilinciyle birbirimizden emin olmalıyız. Sürekli mevzi alarak, savunma yaparak esas misyonumuzu ve kimliğimizi sürdüremeyeceğimiz anlayışıyla kendi tanımımızı ve ilkelerimizi ortaya koyarak ve uygun eylemlerle kendimize ilişkin beyanımızı teyit etmeliyiz. Bilmeliyiz ki Bizi “ötekisi olarak görenin uzağındayız, birbirimizin değil.“ Bizi “kadım düşman belleyene tavır sergilemeliyiz, yanı başımızdakine değil.” Tarih bazen geri gelir. Yaşananlar tekrar yaşanır. İnsanlar değişse de olaylar değişmez. “Hiç ibret almaz mısınız” sorusu her daim göz önünde olduğunu görmeliyiz. Bugün yaşananlar tesadüfi değildir. “Şeytanın mintanını giyip karşımıza çıkanlar” medeniyet çatışması kisvesiyle topyekûn İslam’a karşı taarruzun peşindeler. Bu durumu fark edip bu sömürgeci zihniyet karşısında dik duruşumuzu korumalıyız. İş işten geçmeden. Keşke demeden. Halil PEHLİVAN

Cevabını bilmediğimiz sorularla mı karşı karşıyayız?


Yoksa cevabı çok önceden verilmiş ancak bizim hâlihazırda bilmediğimiz sorulara mı muhatap oluyoruz?


Ne oluyor?


Olaylar sadece “anlatı” haliyle ortaya konulmaya çalışılırsa “mevzu” bir masa etrafında yapılan sohbetten öteye geçmez. Geçemez.


Mevzu yüreği dağlıyorsa, iç dünyamızı daraltıyorsa, her haliyle huzurumuzu kaçıracak derinlikteyse yüzeysel bakamayız.


Mevzuyu kaybetmek mevzi kaybetmektir. Bilmeliyiz.


İslam coğrafyasını derinden sarsıp üzecek, yürekleri acıtacak girişimlerin önü arkası kesilmiyor. Son zamanlarda bu coğrafyanın insanı; üstesinden gelmekte zorlandığı yıpratıcı düşünce, proje ve uygulamalarla baş başa kalmış, ne yazık ki bu durum günden güne daha belirginleşmiş ve kuşatıcı bir hâl almıştır.


Tüm Müslümanların onurunu hedef alan saldırılar peş peşe tekrarlanmasında, aşağılayıcı ve tahrik edici davranışların sergilenmesinde maksat nedir?


Buda’nın heykeline yönelik yapılan saldırıda topyekûn ayağa kalkan ve bu eylemin mensuplarını en ağır bir şekilde suçlayan batı dünyası; müslümanların kutsallarına saldırıları maskelemeden uluorta yapması ve yapanları himaye etmesi neyin nesidir?


Şu bir gerçek; “Antik Yunan ve Roma döneminden bu zamana kadar kendisini hep “ötekisi” ile tanımlamaya ve var olmaya alışık olan batı, bin yıldan beri İslam’ı “ötekileştirmiş “ve kendi kimliğini İslam karşıtlığıyla inşa etmiştir…”


Lafı eğip bükmeye gerek yoktur. Batı, kendisini İslam’ın karşısında görerek tanımlamıştır. Dolaysıyla “ Batılılar, bizi bir tanısa sevecektir.” Düşüncesiyle beklentiye girmek anlamsızdır.


Halil Cibran; “Biz size saraylar inşa ederiz, siz bize mezarlıklar kazarsınız” sözüyle âdeta hakikati dile getirmiştir.


Batı, yedinci yüzyıldan itibaren İslam dininin yeryüzüne yayılması, hızlı yükselişi karşısında derin bir sarsıntı geçirmiştir. O zamana kadar yeryüzünün hâkim dini olarak görülen Hristiyanlığın, İslamiyet’in gelişiyle birlikte batıl kabul edilmesi Hıristiyan din adamları tarafından tepkiyle karşılanmış, topyekün İslam’a ve onun peygamberine savaş açılmıştır.


Yüz yıllardır bitmeyen kin ve nefretin kökünde “Mekke’den doğan güneş” olduğu aşikârdır.


1095 yılında Haçlı Seferleri’nin kışkırtıcılığını üstlenen Papa II. Urban, “Kutsal savaş” nidâlarıyla Hristiyan halkını her türlü yalan ve hileyle galeyana getirip Müslümanların üzerine salarken;


“Lânetlenmiş bir millet, hıristiyan beldelerini kasıp kavurdu, ateş ve zulüm yağdırdı. Bu alçaklıkların intikamını, Tanrı’nın kahramanlıkta diğer milletlerden üstün kıldığı (!) sizlerden başka kim alabilir? Vazifelerin en önemlisi mukaddes Kudüs’ü kurtarmak, mukaddes yerleri istilâ eden pis milletten kutsal yerleri geri almaktır.”


“Tanrı, İsa’ya tapanların yardımına koşmaya ve topraklarından uzaklarda, o lanetli ırkı kökünden kazımaya, ister şövalye, ister halktan olsun, ister zengin ister yoksul olsun, herkesi sık sık dâvet etmeniz için, İsa’nın bayrağını taşıyan sizleri benim ağzımdan teşvik etmektedir.” söylemiyle niyetini ortaya koymuştur.


O dönemde İslam toplumlarından Hristiyanlara yönelik “mütecaviz” bir tutum olmamasına rağmen Papa’nın bu sözlerinin arka planında tahammülsüzlük ve önyargının varlığıdır.


Asırlar öncesinden fitillenen bu hasımlık ve kindar tutum asla bitmeyecektir. Farklı tutum ve yöntemlerle bugün de yarın da devam edecektir.


Batı, bin yıldır Türk/Müslüman nefretini üzerinden atamamış; Malazgirt’i, Kudüs’ün fethini, İstanbul’un Türk hâkimiyetine geçip Ayasofya’nın minarelerinden yankılanan ezan sesini hiç unutmamıştır.


-Fransızların meşhur Roland Destanı’nda “Müslümanların, şeytanın temsilcileri” diye tasvir edilmesi,


-Dante’nin İlahi Komedyasında, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali ‘nin cehennemin sekizinci katında yer alırlar şeklinde nitelendirilmesi,


-Shakespeare, Othellosunda; “Yalan söylüyorsam Türk gibi olayım” denilmesi,


-Martin Luther’in; “Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bin Türk öldürürdüm. Bu da yılda üç yüz elli bin Türk ederdi. Türkler; Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır. Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine, Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır” sözü,


-Winston Churchill, “Türkler, Müslümandır ve insan sayılmazlar” ifadesi,


-ABD Başkanı George Bush, 11 Eylül’de Müslümanlara karşı “Haçlı Seferini” başlatması,


-Margaret Thatcher’in, NATO toplantısında; “Arkadaşlar biz NATO’yu Rusya’ya karşı kurmuştuk. Rusya çöktü, şimdi NATO’yu dağıtacak mıyız? Hayır, neden? Çünkü düşmanı olmayan ideoloji yaşamaz. Düşmanımız olmazsa biz de yaşayamayız. Dikkat ediyorsan bak, temele düşmanlığa koyuyor. Rusya gitti, İslâm var, yeni düşmanımız İslâm’dır.” Diyerek İslam’ı hedef göstermesi,


-Kissinger’ın; “Ortadoğu'nun yarısı İsrail'in olacak. Üçüncü dünya savaşının patlama anını iple çekiyor, özlemle bekliyorum! “ demesi,


-İsrail’in, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu'sunu da kapsayan Nil'den Fırat'a kadar olan bölümünün Yehova tarafından kendilerine vaat edildiğini söylüyor olması,


-Fransa’nın desteklediği ve Tek amacını “Müslüman öldürmek” olarak açıklayan Hristiyan Anti-Balaka Örgütünün, Orta Afrika’da Müslümanlara karşı sistematik soykırım uygulaması,


-Filistin, Bosna, Irak, Suriye, Libya, Arakan ve Azerbaycan başta olmak üzere; yeryüzünün birçok yerinde Müslüman kanının akıtılması, zulme tabi tutulup öldürülmesi,


-Çin’de milyonlarca Türk’ün işkence kamplarında esir tutulması, öldürülmesi, sürgün edilmesi,


-Cezayir, Sudan, Somali Balkanlar ve Kafkaslarda akıl almaz insanlık dışı muamele ve işkenceler…


Nicesi ve niceleri… Dünyanın süper güçleri olarak nitelendirilen devletlerin eliyle son iki yüz yılda milyonlarca masum Müslümanın öldürülmesi, işkenceye tabı tutması, sürgüne zorlamasının arka planında “kadim düşman” olarak gördüğü İslamiyet’ten başka bir şey değildir.


Küresel Batıl/ı hayat tarzının diş geçiremediği tek din İslâm, tek coğrafya İslâm dünyası, tek topluluk Müslümanlar ve Türklerdir. Dolaysıyla İslâm’a karşı Batılı öfkeyi doğru okumak; Batı’nın İslâm’a tahammülsüzlüğünün temelinde yatan gerekçesini iyi anlamak gerekir.


Bugün itibarı ile bilinmesi gereken gerçek şudur; “Yaşadıklarımız tesadüf olmadığı, Haçlı zihniyetinin ürünü olduğu, binlerce yıldır devam ettiği ve nihayete ermeyeceğidir.”


Öyleyse Batı ölçekli yaşadığımız sorunlara birbirimizin yüzüne bakarakbatılıları kim öfkelendirdidiyerek suç ve suçlu aramadan; zaten batı toplumunun “ötekisi” olduğumuzun bilinciyle birbirimizden emin olmalıyız.


Sürekli mevzi alarak, savunma yaparak esas misyonumuzu ve kimliğimizi sürdüremeyeceğimiz anlayışıyla kendi tanımımızı ve ilkelerimizi ortaya koyarak ve uygun eylemlerle kendimize ilişkin beyanımızı teyit etmeliyiz.


Bilmeliyiz ki


Bizi “ötekisi olarak görenin uzağındayız, birbirimizin değil.“


Bizi “kadım düşman belleyene tavır sergilemeliyiz, yanı başımızdakine değil.”


Tarih bazen geri gelir. Yaşananlar tekrar yaşanır. İnsanlar değişse de olaylar değişmez. “Hiç ibret almaz mısınızsorusu her daim göz önünde olduğunu görmeliyiz.


Bugün yaşananlar tesadüfi değildir. “Şeytanın mintanını giyip karşımıza çıkanlar” medeniyet çatışması kisvesiyle topyekûn İslam’a karşı taarruzun peşindeler.


Bu durumu fark edip bu sömürgeci zihniyet karşısında dik duruşumuzu korumalıyız.


İş işten geçmeden.


Keşke demeden.




Halil PEHLİVAN

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi