KRİZ KAPIDA
KRİZ KAPIDA
İlk kez bu çaplı bir krizle karşı karşıyayız.
İlk kez tüm anlatıların sil baştan yazılmasının zorunlu olduğu gerçekle yüz yüzeyiz.
“Türkiye dinamik ve genç nüfusa sahip bir ülkedir. Türkiye gençleşiyor, Avrupa yaşlanıyor. Bu durum Türkiye’nin elinde gelecekte en büyük silahı olacaktır.”
Pekiyi bu anlatılanların günümüzde gerçeklik payı var mıdır? Türkiye hâlâ genç ve dinamik bir ülke midir? Hâlihazırdaki istatistiki veriler ne diyor?
Maalesef göstergeler tam tersini söylüyor.
Türkiye’nin doğurganlık oranı tarihinin gördüğü en düşük düzeye yani 1,51 seviyesine inmiş durumda.
2000’li yılların başında doğurganlık 2,38 iken 2025 yılında ise 1,51’e düşmüştür.
TÜİK verilerine göre 2025 yılından 2040 yılına gelindiğinde 65 yaş üstü nüfus; toplam nüfusun %20’sine denk olacaktır.
Diğer bir husus ise genç nüfus ortalamasının %15,1 ile dünya ortalamasının altında olmasıdır. 2050 yılında ise genç nüfus oranının %10’a kadar düşeceği öngörülmektedir.
Ayrıca doğum oranı düştükçe düşük oranlı IQ’lü doğumlar artmaktadır.
Mevcut verilere bakıldığında kızlar 28, erkekler ise 30’lu yaşlarda evlenmektedirler. Doğurganlığın kaybolduğu 36 yaş göz önüne alındığında 30’lu yaşlardaki evliliklerde doğabilecek çocuk sayısı zaten sınırlı düzeyde kalacağı aşikârdır.
Günümüzde evlenen çiftlerin %40’i kısır. Çocuk yapma güçleri yok.
ABD istihbarat örgütü CIA, 2050 yılına gelindiğinde Türkiye’de her 100 evli çiftin 5’i çocuk sahibi olacağını belirtmektedir.
Bir nüfusun yenileme oranı 2,1’den başladığı gerçeği göz önüne alındığında eğer ailede 2,1’in aşağısına çocuk sayısı düşüyorsa ve bu düşüş devam ediyorsa nüfus artık kendini yenileyemez durumdadır. Bu da toplumsal bir çöküşün eşiğinde olunduğunun göstergesidir.
Türkiye bir kâbusa doğru hızla gitmektedir. Nüfusun azalması yaşlı bir nüfusun olması demektir. Yaşlı bir nüfusa sahip olmak ise bu topraklarda yaşama kabiliyetini kaybetmemiz anlamına gelmektedir.
Ülkemizin en öncelikli sorunu olan ve bir beka sorunu haline gelen nüfusun azalmasıyla ilgi önlem alınmalıdır.
Nüfusu az olan ülkelerin nitelikli insan gücü düşük olmasından dolayı iktisadı, sosyal, kültürel yönden gelişmeleri zordur.
Yaşlı nüfusun hızla artması sosyal güvenliğin yanı sıra milli güvenliği de tehdit haline dönüştürür.
Sormak gerekir: “Gençler niçin evlenmiyor, evlenen çiftler ise neden çocuk sahibi olmak istemiyor?”
Sadece ekonomik sebepler midir?
Acaba ekonomik yönden destek olunursa sorun çözülür mü?
Tayland, yılda 3 milyar dolar bu yönde desteğe rağmen doğum oranı 1,24’tür.
Kore, son 16 yılda 270 milyar dolar kaynak aktardığı hâlde dünyanın en düşük doğurganlık oranı 0,70 olmasının önüne geçememiştir.
Erken çocukluk bakımı için Norveç 30 bin dolar, Finlandiya ise 23 bin dolar aileye katkı sunmasına rağmen doğurganlık oranı Filyandiya’da 1,32 Norveç’te ise 1,41’dir.
ABD’de ise 500 dolar destek vermekte. Doğurganlık oranı ise 1,66’dır.
Demek ki doğurganlığın ve evliğin az olmasının nedeni salt ekonomik sebeplere dayanmamaktadır.
Ülkemizde doğurganlık oranının düşmesi istikbal meselesine dönüştüğü dile getiriliyorsa o zaman sorunun nedenlerini hem araştırmalı hem de var olan sorunların çözümü için sağlam adımlar atılması gerekmektedir.
Evlilik müessesesinin zayıflaması ve evlenen çiftler neden çocuk yapmak istemiyor?
durumu araştırıldığında;
Konfor ve bireysellik anlayışı,
Ekonomik gerekçeler,
Riskler,
Tehditler,
Küresel ısınma, iklim koşullarındaki değişim,
Savaşlar ve göçlerin doğurduğu sonuçlar
hususları göz önüne alınarak; sebepleri soğukkanlı bir şekilde ve tüm taraflar bir araya gelerek müşterek çabayla irdelenmelidir.
Ayrıca
Gıdaların insan sağlığı üzerindeki etkileri dikkate alınarak özellikle üreme sağlığını olumsuz etkileyecek ürünlerin satılması ve tüketilmesine yönelik önleyici tedbirlerin alınması,
Bilgisayar, internet, cep telefonu ve benzeri teknolojik ürünlerin insan metabolizmasına etkileri günden güne artmakta olup insan fizyolojisini olumsuz etkileyen bu teknolojik aygıtların zararlarına dönük bilinçlendirme çalışmalarının yapılması,
Görsel, işitsel cihazlarla insan bilincini kanalize etmek maksadıyla yapılan çalışmaların kaynağının tespit edilip kurumsal yapıların eliyle engellenmesi,
Kısaca iktisadı, sağlık, teknolojik, eğitim ve sosyal politikalar ana başlıklarında sorunlar tespit edilmeli, çözüm önerileri ortaya konulmalıdır. Kestirme yol arayışlarından kaçınılmalıdır.
Bu toprakların hamuruyla yoğrulmuş, mayasıyla şekil almış çözümlerle bu krizin önüne geçilmesi için çalışılmalıdır.
Biliyoruz ki
Medeniyet/kültürel kodlarımız temel alarak ve yeniden yapılanarak yola koyulup samimiyetle meselemizi kuşandığımızda bu krizin üstesinden gelmemiz çok zor olmayacaktır.
Halil PEHLİVAN
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.