Tahir ORHAN
Köşe Yazarı
Tahir ORHAN
 

BEN BENDEN ÖNCEKİ PADİŞAHLARA BENZEMEM

Başlığa bakarak kimi anlatmaya çalıştığımı anlamış olabilirsiniz ama bu aslında bir Ayasofya yazısıdır. Bugünlerde en çok konuşulan ve en az 2 hafta daha konuşulacak olan Ayasofya üzerine bir yazı yazmamak, bir gün Ayasofya’yı gezerken, seccadesini çantasından çıkarıp en merkezi yerinde herkesin gözünün önünde 2 rekât namaz kılma hayalini halen muhafaza eden, bu satırların yazarına yakışmazdı. 15 Şubat 360’ta açılan ve kendinden önceki padişahlara hiç benzemeyen Fatih Sultan Mehmet’in, fetihte, fethin sembolü olarak burayı camiye çevirip ilk Cuma namazını kıldıktan sonra, artık Ayasofya’ya ebedi Türk mührü vurulmuştur. Bundan sonra imparatorluğun pek çok yerinde kiliseler camiye çevrildiklerinde en büyüğünün  “Ayasofya” olarak anılması bir gelenek haline gelmiştir. Edirne Kaleiçi, Edirne Enez, Bursa İznik, Kırklareli Vize, Mora Benefşe, Yugoslavya (şimdi Makedonya) Ohri, Yunanistan Selanik ve Bulgaristan Sofya, bunlardan başlıcalarıdır.  Trabzon’daki Ayasofya, zaten o adla var olan bir kilise iken, yine Fatih’in 1461’deki fethinden sonra ama çok daha sonra 1545’lerde camiye çevrilmiştir. Hemen cami yapılmamasının sebebi ise, şehrin merkezinde değil kenar mahallesinde olduğu ve o yıllarda orada bir camiye ihtiyaç bulunmadığındandır. Yine Fatih vakfıdır. Tarih-i Ebu’l Feth yazarı Tursun Bey, Fatih’in, İstanbul’u fethinden sonra Ayasofya’nın kubbesine kadar çıktığını, yapının ve çevresinin harap olduğunu görünce de Sa’di’nin şu beytini söylediğini yazar: Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb Yani; Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor, baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor. Bazı batılı tarihçiler, fetihten sonra Ayasofya’ya girip saklanan Bizanslıların, askerler tarafından kapılar kırılıp içeri girildiğini ve bunların katledildiğini yazarak okuyucularını yanıltırken, bunlara cevabı, Rus yazar Upsesnki verir:  “Eğer Türkler, 1204’teki Haçlılar gibi davranmış olsaydı, Ayasofya’dan eser kalmazdı” 1204’te ne olmuştu? Andre Clot, İstanbul’u talan eden Avrupa Haçlılarının, Ayasofya’yı yağmaladığını, kutsal ne  varsa kırdığını, vazoları içki kadehi olarak kullandığını, kiliseye sığınmış insanları acımasızca katledip, kadınların, kızların, rahibelerin ırzına geçtiğini yazar. Yine Clot, Fatih’in fetihten sonra, kimsenin dinine, yaşantısına karışılmaması gerektiğini kati şekilde emir buyurduğunu da belirtir. İşte bu yüzden Fatih, kendinden önceki padişahlara hiç benzemiyordu. Bazı resimlerin bulunduğu mozaikleri parçalamaya yeltenen mimarlara, Fatih bunları tahrip etmemelerini, günaha sebep olmamaları için kireç ile örtülmesinin yeterli olacağını söylemiştir.  Gelelim bugüne… 10 Temmuz Cuma günü, bazılarının iddia ettiği gibi saat tam 14.53’te Danıştay, Ayasofya’nın müze olduğuna dair kararın iptaline hükmedince, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Ayasofya’yı Diyanet İşleri Başkanlığına devreden kararı imzaladı. 24 Temmuz 2020’de Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk Cuma namazı kılınacak. Bu karar ülkede çok büyük bir kitle tarafından sevinçle karşılanmasına rağmen bazı çevrelerce de çok tartışılıyor. Yurt dışında bazı taraf ülkelerde ise, neredeyse gündemin ilk maddesi… Dışarıdakilerin hainliğinden ve Türkiye üzerinde kirli emellerinden, içeridekilerin ise bilgisizliğinden, başkalarının değirmenine su taşıma emellerinden buna karşı çıktığı anlaşılıyor. Bir de şu var tabii. Daha bir yıl 4 ay önce, Ayasofya’nın açılmasını isteyenlerin, yurt dışındaki camilere karşı bir tutum takınılabileceğini ima ile “Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Bunu söyleyenler acaba o camilerin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar. Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim” diyerek buna karşı çıkarken, şimdi ne değişti de böyle bir karar alındı diye düşünenler de az değildir. Ayasofya, fethin sembolüdür ve hükümranlık hakları Türklere aittir. Üstelik Fatih’in vakfıdır. Vakıf eserleri, amaçlarının dışında kullanılamaz diye bir madde olduğu halde Ayasofya, 86 yıl bu amacın dışında kullanılarak Fatih’in vasiyetine ihanet edilmiştir. Şimdi bu karardan dönülüp, aslına uygun olarak kullanıma açılıyor. Bunu teenni ile karşılamak lazımdır. Doğrusu, sırf egemenlik haklarımızı istediğimiz gibi kullanmak adına çok sevindim. Keşke bu kararı çok daha önceleri alabilseydik ve bizi yok sayan Batılılara iyi bir ders verebilseydik. Papa’nın, Yunanlıların, İngilizlerin, Rusların ve Haçlı zihniyeti taşıyan herkesin bu karara karşı çıkması bile, bizim sevinmemize yeter. Muhabbetle efendim!
Ekleme Tarihi: 13 Temmuz 2020 - Pazartesi

BEN BENDEN ÖNCEKİ PADİŞAHLARA BENZEMEM

Başlığa bakarak kimi anlatmaya çalıştığımı anlamış olabilirsiniz ama bu aslında bir Ayasofya yazısıdır.


Bugünlerde en çok konuşulan ve en az 2 hafta daha konuşulacak olan Ayasofya üzerine bir yazı yazmamak, bir gün Ayasofya’yı gezerken, seccadesini çantasından çıkarıp en merkezi yerinde herkesin gözünün önünde 2 rekât namaz kılma hayalini halen muhafaza eden, bu satırların yazarına yakışmazdı.


15 Şubat 360’ta açılan ve kendinden önceki padişahlara hiç benzemeyen Fatih Sultan Mehmet’in, fetihte, fethin sembolü olarak burayı camiye çevirip ilk Cuma namazını kıldıktan sonra, artık Ayasofya’ya ebedi Türk mührü vurulmuştur. Bundan sonra imparatorluğun pek çok yerinde kiliseler camiye çevrildiklerinde en büyüğünün  “Ayasofya” olarak anılması bir gelenek haline gelmiştir. Edirne Kaleiçi, Edirne Enez, Bursa İznik, Kırklareli Vize, Mora Benefşe, Yugoslavya (şimdi Makedonya) Ohri, Yunanistan Selanik ve Bulgaristan Sofya, bunlardan başlıcalarıdır.  Trabzon’daki Ayasofya, zaten o adla var olan bir kilise iken, yine Fatih’in 1461’deki fethinden sonra ama çok daha sonra 1545’lerde camiye çevrilmiştir. Hemen cami yapılmamasının sebebi ise, şehrin merkezinde değil kenar mahallesinde olduğu ve o yıllarda orada bir camiye ihtiyaç bulunmadığındandır. Yine Fatih vakfıdır.


Tarih-i Ebu’l Feth yazarı Tursun Bey, Fatih’in, İstanbul’u fethinden sonra Ayasofya’nın kubbesine kadar çıktığını, yapının ve çevresinin harap olduğunu görünce de Sa’di’nin şu beytini söylediğini yazar:


Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût


Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb


Yani; Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor, baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor.


Bazı batılı tarihçiler, fetihten sonra Ayasofya’ya girip saklanan Bizanslıların, askerler tarafından kapılar kırılıp içeri girildiğini ve bunların katledildiğini yazarak okuyucularını yanıltırken, bunlara cevabı, Rus yazar Upsesnki verir:  “Eğer Türkler, 1204’teki Haçlılar gibi davranmış olsaydı, Ayasofya’dan eser kalmazdı”


1204’te ne olmuştu?


Andre Clot, İstanbul’u talan eden Avrupa Haçlılarının, Ayasofya’yı yağmaladığını, kutsal ne  varsa kırdığını, vazoları içki kadehi olarak kullandığını, kiliseye sığınmış insanları acımasızca katledip, kadınların, kızların, rahibelerin ırzına geçtiğini yazar.


Yine Clot, Fatih’in fetihten sonra, kimsenin dinine, yaşantısına karışılmaması gerektiğini kati şekilde emir buyurduğunu da belirtir. İşte bu yüzden Fatih, kendinden önceki padişahlara hiç benzemiyordu.


Bazı resimlerin bulunduğu mozaikleri parçalamaya yeltenen mimarlara, Fatih bunları tahrip etmemelerini, günaha sebep olmamaları için kireç ile örtülmesinin yeterli olacağını söylemiştir. 


Gelelim bugüne…


10 Temmuz Cuma günü, bazılarının iddia ettiği gibi saat tam 14.53’te Danıştay, Ayasofya’nın müze olduğuna dair kararın iptaline hükmedince, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Ayasofya’yı Diyanet İşleri Başkanlığına devreden kararı imzaladı. 24 Temmuz 2020’de Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk Cuma namazı kılınacak.


Bu karar ülkede çok büyük bir kitle tarafından sevinçle karşılanmasına rağmen bazı çevrelerce de çok tartışılıyor. Yurt dışında bazı taraf ülkelerde ise, neredeyse gündemin ilk maddesi… Dışarıdakilerin hainliğinden ve Türkiye üzerinde kirli emellerinden, içeridekilerin ise bilgisizliğinden, başkalarının değirmenine su taşıma emellerinden buna karşı çıktığı anlaşılıyor.


Bir de şu var tabii. Daha bir yıl 4 ay önce, Ayasofya’nın açılmasını isteyenlerin, yurt dışındaki camilere karşı bir tutum takınılabileceğini ima ile “Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Bunu söyleyenler acaba o camilerin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar. Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim” diyerek buna karşı çıkarken, şimdi ne değişti de böyle bir karar alındı diye düşünenler de az değildir.


Ayasofya, fethin sembolüdür ve hükümranlık hakları Türklere aittir. Üstelik Fatih’in vakfıdır. Vakıf eserleri, amaçlarının dışında kullanılamaz diye bir madde olduğu halde Ayasofya, 86 yıl bu amacın dışında kullanılarak Fatih’in vasiyetine ihanet edilmiştir. Şimdi bu karardan dönülüp, aslına uygun olarak kullanıma açılıyor. Bunu teenni ile karşılamak lazımdır.


Doğrusu, sırf egemenlik haklarımızı istediğimiz gibi kullanmak adına çok sevindim. Keşke bu kararı çok daha önceleri alabilseydik ve bizi yok sayan Batılılara iyi bir ders verebilseydik.


Papa’nın, Yunanlıların, İngilizlerin, Rusların ve Haçlı zihniyeti taşıyan herkesin bu karara karşı çıkması bile, bizim sevinmemize yeter.


Muhabbetle efendim!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi