Mustafa Barış ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
Mustafa Barış ÖZTÜRK
 

Naber”,"Nasılsınız"sorusuna “iyilik” dediğimiz kadar yalan olmasın

Kendine ait kelimeleri olanların az, bakıp görmeyenlerin çok olduğu ülkemde; “Naber”,"Nasılsınız"sorusuna “iyilik” dediğimiz kadar yalan olmasın ! Hani o kız isteme sahnelerinde vardır. Timur ve Beyazıt’ın orduları gibi iki aile karşılıklı buz gibi otururken:biri "nasılsınıź? “havalar da soğudu.” der. İki aile yarım saat havalar üzerine konuşur "iyiyiz" denir. Bu esnada gelin ve damat adayı yan tarafta kıvranır. "Merhaba nasılsınız" "İyiyiz siz nasılsıniz" "Biz de iyiyiz" Burada ne havanın ne de kişinin iyiliği önemsenip sorulmuştur. Amaç muhabbete başlamaktır. Öylesine sorulmustur. Nasılsın? Nasılsınız-İyiyim ya filan deyip geçmeyin... Öyle öylesine bi soru değil bu! Gerçekten, Kalbinin en derininden, Gözlerini kaçırmadan, derinliklere bakmadan, Kaçmadan, Ötelemeden, Gizlemeden, Saklamadan, İnkar etmeden, Yargılamadan, Unutmaya çalışmadan, Görmezden gelmeden, Sırf unutmak için zibilyon tane kelime gevezeliğiyle doldurmaya çalışmadan, Filtrelemeden içini, yüreğini...sorun ve cevaplayın. Hiçbirimiz kötü değiliz. Masum da değiliz, hiçbirimiz... Kusursuz değiliz, hatalı kod hiç değiliz. Hangimiz doğru, hangimiz yanlış, hangimiz günahkar ? Koskocaman Profesör Murat karısının yüzünü dayaktan tanınmaz hale getiriyor. Tinerci Doğan, enkazdan çocuk kurtarıyor. Din adamı, zimmetine para geçiriyor. Hayat kadını, böbreğini bağışlıyor… Neye göre iyi, neye göre kötüyüz? Hepimiz, önce insanız. Kusursuz değiliz. Olamayız da! Her birimizin eksikleri, artıları, güzellikleri, çirkinlikleri, iyiliği, kötülüğü var. Bazılarımızın derisi siyah, bazılarımızın beyaz... Bazılarımız Cami’de, bazılarımız Kilise’de, bazılarımız Sinagog’da dua ediyoruz. Neye inanıyorsak oradayız. Neyi seçiyorsak, onu yaşıyoruz. Oysa ki başlarken hikayemiz, Adem ve Havva ile aynıymışız… Sen gibi geldim ben de, ben gibi gideceksin sen de…Ne bu tafra hava... Ardından çıkmış,kimliklerimiz, farklı farklı dinlerimiz, dillerimiz… Ayrılmışız, mezhep mezhep… Bölüne bölüne ilerlemişiz. Ayrışa ayrışa uzaklaşmışız… Bilmek için uğraş vermemişiz, diğerini, ötekini… Ardından da unutmuşuz insan kimliğimizi… Bizden olanı, Cennet’e sokmuşuz, sorgusuz sualsiz… Olmayana ise acımamış, cehennemliksin demişiz… Asmışız, kesmişiz, hatta Sivas gibi diri diri yakmışız... Düşünün… İnsan olanı düşünün… Ama üzerine kıyafet giydirmeden düşünün… Tabii ki fısılda önce sen kendi yüreğine, nasılsın dediğin haline, çok seviyorum seni de...Her halinle..Her koşulda! Ve ekle, sen fısılda ki, duy önce kendi yüreğini. Çatlaklardan güneş girsin içeri...Sen egonun tanı, onunla tanış ki, değiştirebil dünyaya baktığın filtreni. Bakman yeterli mi? Gözlerinin güzel olması ve güzel bakman yeterli mi? Hayır, "Güzel insan" olman gerek... Sonra mı? Hafif bi rüzgar eser, günlerden bahar olur. Yapraklar yeniden doğmak için, dökülür dalından.. Sonra o yaprağı al avcuna, sarıl kendi yaşam ağacına.. Eski zamanlarda mektupların sonuna üç nokta koymak adetmiş. Bu üç nokta bütün sevgi sözcüklerini anlatırmış. Seven üç noktayı koyar, Sevilen de anlarmış. Neyse sözü uzatmayalım: Kağıtla, kalemle kalın. İnsanlığınızla kalın...!!! Selam Saygılar
Ekleme Tarihi: 06 Kasım 2023 - Pazartesi

Naber”,"Nasılsınız"sorusuna “iyilik” dediğimiz kadar yalan olmasın

Kendine ait kelimeleri olanların az, bakıp görmeyenlerin çok olduğu ülkemde; “Naber”,"Nasılsınız"sorusuna “iyilik” dediğimiz kadar yalan olmasın !

Hani o kız isteme sahnelerinde vardır. Timur ve Beyazıt’ın orduları gibi iki aile karşılıklı buz gibi otururken:biri "nasılsınıź? “havalar da soğudu.” der.

İki aile yarım saat havalar üzerine konuşur "iyiyiz" denir.
Bu esnada gelin ve damat adayı yan tarafta kıvranır.
"Merhaba nasılsınız"
"İyiyiz siz nasılsıniz"
"Biz de iyiyiz"
Burada ne havanın ne de kişinin iyiliği önemsenip sorulmuştur.
Amaç muhabbete başlamaktır. Öylesine sorulmustur.
Nasılsın?
Nasılsınız-İyiyim ya filan deyip geçmeyin...
Öyle öylesine bi soru değil bu!
Gerçekten,
Kalbinin en derininden,
Gözlerini kaçırmadan, derinliklere bakmadan,
Kaçmadan, Ötelemeden, Gizlemeden, Saklamadan,
İnkar etmeden, Yargılamadan,
Unutmaya çalışmadan, Görmezden gelmeden, Sırf unutmak için zibilyon tane kelime gevezeliğiyle doldurmaya çalışmadan, Filtrelemeden içini, yüreğini...sorun ve cevaplayın.
Hiçbirimiz kötü değiliz.
Masum da değiliz, hiçbirimiz...
Kusursuz değiliz, hatalı kod hiç değiliz. Hangimiz doğru, hangimiz yanlış, hangimiz günahkar ?

Koskocaman Profesör Murat karısının yüzünü dayaktan tanınmaz hale getiriyor.
Tinerci Doğan, enkazdan çocuk kurtarıyor.
Din adamı, zimmetine para geçiriyor.
Hayat kadını, böbreğini bağışlıyor…
Neye göre iyi, neye göre kötüyüz?
Hepimiz, önce insanız. Kusursuz değiliz. Olamayız da!
Her birimizin eksikleri, artıları, güzellikleri, çirkinlikleri, iyiliği, kötülüğü var. Bazılarımızın derisi siyah, bazılarımızın beyaz...
Bazılarımız Cami’de, bazılarımız Kilise’de, bazılarımız Sinagog’da dua ediyoruz.
Neye inanıyorsak oradayız.
Neyi seçiyorsak, onu yaşıyoruz.
Oysa ki başlarken hikayemiz, Adem ve Havva ile aynıymışız…
Sen gibi geldim ben de,
ben gibi gideceksin sen de…Ne bu tafra hava...
Ardından çıkmış,kimliklerimiz,
farklı farklı dinlerimiz, dillerimiz…
Ayrılmışız, mezhep mezhep… Bölüne bölüne ilerlemişiz. Ayrışa ayrışa uzaklaşmışız…
Bilmek için uğraş vermemişiz, diğerini, ötekini…
Ardından da unutmuşuz insan kimliğimizi…

Bizden olanı, Cennet’e sokmuşuz, sorgusuz sualsiz… Olmayana ise acımamış, cehennemliksin demişiz… Asmışız, kesmişiz, hatta Sivas gibi diri diri yakmışız...

Düşünün…
İnsan olanı düşünün…
Ama üzerine kıyafet giydirmeden düşünün…

Tabii ki fısılda önce sen kendi yüreğine, nasılsın dediğin haline, çok seviyorum seni de...Her halinle..Her koşulda! Ve ekle, sen fısılda ki, duy önce kendi yüreğini. Çatlaklardan güneş girsin içeri...Sen egonun tanı, onunla tanış ki, değiştirebil dünyaya baktığın filtreni. Bakman yeterli mi?
Gözlerinin güzel olması ve güzel bakman yeterli mi?
Hayır,
"Güzel insan" olman gerek...
Sonra mı?
Hafif bi rüzgar eser, günlerden bahar olur. Yapraklar yeniden doğmak için, dökülür dalından.. Sonra o yaprağı al avcuna, sarıl kendi yaşam ağacına..

Eski zamanlarda mektupların sonuna üç nokta koymak adetmiş. Bu üç nokta bütün sevgi sözcüklerini anlatırmış. Seven üç noktayı koyar, Sevilen de anlarmış.
Neyse sözü uzatmayalım: Kağıtla, kalemle kalın. İnsanlığınızla kalın...!!!
Selam Saygılar

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi