İsmet Serhat  KAHYA
Köşe Yazarı
İsmet Serhat KAHYA
 

İçimizdeki Theophrastos

Bir insanı gerçekten tanımak mümkün müdür? Her gün selamlaştığımız, aynı sofrada oturduğumuz, komşuluk ettiğimiz kişiler hakkında “Onu bilirim,” dediğimizde, aslında ne kadar doğruyu söylüyoruz? Belki de insanı tanımak, hiç bitmeyen bir iç yolculuğun en zor adımıdır. Rize gibi samimiyetin yüksek, ilişkilerin sıkı olduğu bir yerde bile insanlar, çoğu zaman dış görünüşle, kulaktan dolma bilgilerle ya da ilk izlenimle tanımlanır. “O çok dürüsttür,” “Şu hep çıkarını düşünür,” “Bu adamın ağzı çok laf yapar ama iş yok iş…” Bu yargılar çoğu zaman aceleyle verilmiş kararlardır. Ne zaman ki gerçek bir sınav gelir, işte o zaman perde aralanır ve karşımızdaki insanın derinliği ya da yüzeyselliği ortaya çıkar. İşte bu noktada, iki bin üç yüz yıl öncesine uzanan bir ses devreye girer: Antik Yunan filozofu Theophrastos. Karakterler adlı eserinde insanları gözlemler; dalkavukları, gevezeleri, eli sıkıları, fırsatçıları, kabaları… Her birini ince bir zekâyla, alaycı ama zarif bir dille betimler. Ne bağırır, ne de aşağılar; sadece gösterir. Onun yazdıkları, çağları aşan bir insan gözlemidir. Düşünelim: Bugün çevremizde dalkavuklar yok mu? Sözde dost olup menfaat peşinde koşanlar? Konuştuğunda çok şey söyleyip aslında hiçbir şey demeyenler? Cimriliği huy edinmiş, “hesabı kim ödeyecek?” sorusunda gözlerini kaçıranlar? Evet, hepsi hâlâ bizimle. Belki de içimizde… Rize’nin sokaklarında, çay ocaklarında, yayla evlerinde bile bu karakterler sessizce varlıklarını sürdürür. Ama mesele sadece onları görmek değil; asıl mesele, bu tiplerin izlerini kendi içimizde de fark edebilmekte. Theophrastos yalnızca toplumu anlatmaz; satır aralarında bize ayna tutar. Çünkü bazen biz de bir başkasının zaafını kendi avantajımıza çeviririz. Bazen gereksiz konuşur, bazen duymamız gerekeni görmezden geliriz. Hep başkalarının kişiliklerini çözmeye çalışırken, asıl gizemin kendi içimizdeki “karakterlerde” olduğunu unuturuz. İnsan, zamanlar değişse de özü pek değişmeyen bir varlıktır. Theophrastos’un Atina’da çizdiği karakter tipleri bugün Rize’de, İstanbul’da, Tokyo’da ya da New York’ta farklı dillerle ama aynı doğayla yaşamaya devam eder. Ve belki de içimizde küçük bir Theophrastos yaşamalıdır: Gözlemleyen, anlamaya çalışan, yargılamadan fark eden… Çünkü insanı anlamak, sadece başkalarını değil, kendimizi de tanımakla başlar.
Ekleme Tarihi: 05 May 2025 - Monday

İçimizdeki Theophrastos

Bir insanı gerçekten tanımak mümkün müdür? Her gün selamlaştığımız, aynı sofrada oturduğumuz, komşuluk ettiğimiz kişiler hakkında “Onu bilirim,” dediğimizde, aslında ne kadar doğruyu söylüyoruz? Belki de insanı tanımak, hiç bitmeyen bir iç yolculuğun en zor adımıdır.

Rize gibi samimiyetin yüksek, ilişkilerin sıkı olduğu bir yerde bile insanlar, çoğu zaman dış görünüşle, kulaktan dolma bilgilerle ya da ilk izlenimle tanımlanır. “O çok dürüsttür,” “Şu hep çıkarını düşünür,” “Bu adamın ağzı çok laf yapar ama iş yok iş…” Bu yargılar çoğu zaman aceleyle verilmiş kararlardır. Ne zaman ki gerçek bir sınav gelir, işte o zaman perde aralanır ve karşımızdaki insanın derinliği ya da yüzeyselliği ortaya çıkar.

İşte bu noktada, iki bin üç yüz yıl öncesine uzanan bir ses devreye girer: Antik Yunan filozofu Theophrastos. Karakterler adlı eserinde insanları gözlemler; dalkavukları, gevezeleri, eli sıkıları, fırsatçıları, kabaları… Her birini ince bir zekâyla, alaycı ama zarif bir dille betimler. Ne bağırır, ne de aşağılar; sadece gösterir. Onun yazdıkları, çağları aşan bir insan gözlemidir.

Düşünelim: Bugün çevremizde dalkavuklar yok mu? Sözde dost olup menfaat peşinde koşanlar? Konuştuğunda çok şey söyleyip aslında hiçbir şey demeyenler? Cimriliği huy edinmiş, “hesabı kim ödeyecek?” sorusunda gözlerini kaçıranlar? Evet, hepsi hâlâ bizimle. Belki de içimizde…

Rize’nin sokaklarında, çay ocaklarında, yayla evlerinde bile bu karakterler sessizce varlıklarını sürdürür. Ama mesele sadece onları görmek değil; asıl mesele, bu tiplerin izlerini kendi içimizde de fark edebilmekte. Theophrastos yalnızca toplumu anlatmaz; satır aralarında bize ayna tutar.

Çünkü bazen biz de bir başkasının zaafını kendi avantajımıza çeviririz. Bazen gereksiz konuşur, bazen duymamız gerekeni görmezden geliriz. Hep başkalarının kişiliklerini çözmeye çalışırken, asıl gizemin kendi içimizdeki “karakterlerde” olduğunu unuturuz.

İnsan, zamanlar değişse de özü pek değişmeyen bir varlıktır. Theophrastos’un Atina’da çizdiği karakter tipleri bugün Rize’de, İstanbul’da, Tokyo’da ya da New York’ta farklı dillerle ama aynı doğayla yaşamaya devam eder.

Ve belki de içimizde küçük bir Theophrastos yaşamalıdır: Gözlemleyen, anlamaya çalışan, yargılamadan fark eden… Çünkü insanı anlamak, sadece başkalarını değil, kendimizi de tanımakla başlar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi