Osman YAZICI
Köşe Yazarı
Osman YAZICI
 

Üretmeyen Aç Kalacak

Ne hale geldik… Benim memleketim olan Rize-Ardeşen de dahil, yıllar önce köylerde ve ilçelerde herkes tarım ve hayvancılıkla uğraşırdı. 30-40 yıl öncesine dönersek, Kaçkar yaylasında (Sırt Yaylası) 350 hanelik bir yaşam vardı ve her aile kendi hayvanlarını yetiştirirdi. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılırdı. Üstelik ithal değil, yerli ve milli hayvanlardı bunlar. Devlet desteği olmadan, herkes kendi imkânlarıyla geçimini sağlardı. Kendi sütünü, etini üretir; tarlasını ekip biçerdi. Tohumlarımız nesiller boyu aktarılan organik tohumlardı. Şehirden sadece şeker, tuz, un, sabun gibi temel ihtiyaçlar alınırdı. Bugün geldiğimiz noktada ise köyler şehirleşti, daha doğrusu betonlaştı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir aile bile kalmadı. Köylere ekmek ve hatta dondurma bile sahilden gidiyor. Oysa eskiden her ailenin bir mısır tarlası vardı. Bahçelerinde lahana, fasulye, patates yetişirdi. Herkes kendi sebzesini, meyvesini eker, kendi kendine yeterdi. Kışın hazırlıklar önceden yapılır, serenderlerde tenekeler dolusu kavurma, turşu, peynir ve yağ biriktirilirdi. Beş ay boyunca bozulmayan kestane gibi patatesler, aylarca çürümeyen meyveler, çuvallar dolusu kuru soğanlar evlerde saklanırdı. Doğal, katkısız, şifalı bitkilerle dolu bir yaşam vardı. Şimdi bunların yerinde betonlar yükseliyor. Tarımın, hayvancılığın kökünü kuruttuk. Çay üretimi için bilinçsizce suni gübre kullanarak toprağımızı zehirledik. Yanlış politikalar yüzünden kendi kendimize yeten bir ülkeyken, şimdi dışa bağımlı hale geldik. Eskiden tütünümüz, fındığımız vardı. Şimdi bunları bile koruyamaz hale geldik. Et ithal ediyor, saman bile dışarıdan alıyoruz. Bizi bu hale getiren ne kuraklık ne de doğal afetlerdir. Asıl sebep, IMF ve Dünya Bankası güdümlü tarım politikalarıdır. Avrupa’nın dayatmalarıyla çiftçiye destek verilmez oldu. Ürün bazında teşvikler kaldırıldı, gübre ve diğer girdiler pahalı hale geldi. Destekleme alım fiyatları enflasyonun altında bırakıldı. Tarım politikaları bilinçli şekilde yok edildi. Oysa biz, bir zamanlar dünyanın yedinci büyük tarım ülkesiydik. Kendi kendimize yetiyorduk. Şimdi doğalgazdan elektriğe kadar her alanda dışa bağımlıyız. Bu süreç, ‘ARIP Tarımsal Destekleme ve Tarım Reformu Uygulaması Projesi’ ile daha da hızlandı. Yerli ve milli tohumlarımız toplatılıp İsrail’e satıldı, yerli tohum kullanımı yasaklandı. Tarımın öldürülmesi bilinçli bir süreçti ve maalesef tüm hükümetler bu yanlış politikaları uygulamaya devam etti. Bu noktada, yıllardır üretimin önemini vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın sözleri akıllara geliyor: “Üretim yapmayan toplumlar aç kalmaya mahkûmdur.” Haberal, eğitimden sağlığa, tarımdan hayvancılığa kadar birçok alanda üretime dayalı bir sistem kurdu. Eğer onun modeli Türkiye genelinde örnek alınsaydı, bugün bambaşka bir yerde olabilirdik. Başkent Üniversitesi bünyesinde kurduğu Gıda, Tarım ve Hayvancılığı Geliştirme Enstitüsü ile tarımın bilimsel yöntemlerle nasıl kalkındırılabileceğini gösterdi. Organik tarım ve hayvancılık konusunda öncülük etti, ticari kaygı gütmeden topluma yol gösterdi. Atatürk’ün 9 Haziran 1923’te söylediği şu sözün takipçisi oldu: “Çiftçilik milletimizin hayatı, serveti, kudretidir.” Bugün Türkiye tarım ve hayvancılıkta yok olma noktasına geldi. Yanlış politikalar, dışa bağımlı hale gelmemiz, tarımın öneminin unutulması bizi bu noktaya sürükledi. Ancak hâlâ bir umut var: Tarıma, hayvancılığa, üretime geri dönmeliyiz. Aksi halde aç kalmaya mahkûmuz.
Ekleme Tarihi: 21 Şubat 2025 - Cuma

Üretmeyen Aç Kalacak

Ne hale geldik… Benim memleketim olan Rize-Ardeşen de dahil, yıllar önce köylerde ve ilçelerde herkes tarım ve hayvancılıkla uğraşırdı. 30-40 yıl öncesine dönersek, Kaçkar yaylasında (Sırt Yaylası) 350 hanelik bir yaşam vardı ve her aile kendi hayvanlarını yetiştirirdi. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılırdı. Üstelik ithal değil, yerli ve milli hayvanlardı bunlar.

Devlet desteği olmadan, herkes kendi imkânlarıyla geçimini sağlardı. Kendi sütünü, etini üretir; tarlasını ekip biçerdi. Tohumlarımız nesiller boyu aktarılan organik tohumlardı. Şehirden sadece şeker, tuz, un, sabun gibi temel ihtiyaçlar alınırdı.

Bugün geldiğimiz noktada ise köyler şehirleşti, daha doğrusu betonlaştı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir aile bile kalmadı. Köylere ekmek ve hatta dondurma bile sahilden gidiyor.

Oysa eskiden her ailenin bir mısır tarlası vardı. Bahçelerinde lahana, fasulye, patates yetişirdi. Herkes kendi sebzesini, meyvesini eker, kendi kendine yeterdi. Kışın hazırlıklar önceden yapılır, serenderlerde tenekeler dolusu kavurma, turşu, peynir ve yağ biriktirilirdi. Beş ay boyunca bozulmayan kestane gibi patatesler, aylarca çürümeyen meyveler, çuvallar dolusu kuru soğanlar evlerde saklanırdı. Doğal, katkısız, şifalı bitkilerle dolu bir yaşam vardı.

Şimdi bunların yerinde betonlar yükseliyor. Tarımın, hayvancılığın kökünü kuruttuk. Çay üretimi için bilinçsizce suni gübre kullanarak toprağımızı zehirledik. Yanlış politikalar yüzünden kendi kendimize yeten bir ülkeyken, şimdi dışa bağımlı hale geldik. Eskiden tütünümüz, fındığımız vardı. Şimdi bunları bile koruyamaz hale geldik. Et ithal ediyor, saman bile dışarıdan alıyoruz.

Bizi bu hale getiren ne kuraklık ne de doğal afetlerdir. Asıl sebep, IMF ve Dünya Bankası güdümlü tarım politikalarıdır. Avrupa’nın dayatmalarıyla çiftçiye destek verilmez oldu. Ürün bazında teşvikler kaldırıldı, gübre ve diğer girdiler pahalı hale geldi. Destekleme alım fiyatları enflasyonun altında bırakıldı. Tarım politikaları bilinçli şekilde yok edildi. Oysa biz, bir zamanlar dünyanın yedinci büyük tarım ülkesiydik. Kendi kendimize yetiyorduk. Şimdi doğalgazdan elektriğe kadar her alanda dışa bağımlıyız.

Bu süreç, ‘ARIP Tarımsal Destekleme ve Tarım Reformu Uygulaması Projesi’ ile daha da hızlandı. Yerli ve milli tohumlarımız toplatılıp İsrail’e satıldı, yerli tohum kullanımı yasaklandı. Tarımın öldürülmesi bilinçli bir süreçti ve maalesef tüm hükümetler bu yanlış politikaları uygulamaya devam etti.

Bu noktada, yıllardır üretimin önemini vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın sözleri akıllara geliyor: “Üretim yapmayan toplumlar aç kalmaya mahkûmdur.” Haberal, eğitimden sağlığa, tarımdan hayvancılığa kadar birçok alanda üretime dayalı bir sistem kurdu. Eğer onun modeli Türkiye genelinde örnek alınsaydı, bugün bambaşka bir yerde olabilirdik.

Başkent Üniversitesi bünyesinde kurduğu Gıda, Tarım ve Hayvancılığı Geliştirme Enstitüsü ile tarımın bilimsel yöntemlerle nasıl kalkındırılabileceğini gösterdi. Organik tarım ve hayvancılık konusunda öncülük etti, ticari kaygı gütmeden topluma yol gösterdi. Atatürk’ün 9 Haziran 1923’te söylediği şu sözün takipçisi oldu: “Çiftçilik milletimizin hayatı, serveti, kudretidir.”

Bugün Türkiye tarım ve hayvancılıkta yok olma noktasına geldi. Yanlış politikalar, dışa bağımlı hale gelmemiz, tarımın öneminin unutulması bizi bu noktaya sürükledi. Ancak hâlâ bir umut var: Tarıma, hayvancılığa, üretime geri dönmeliyiz. Aksi halde aç kalmaya mahkûmuz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi