Mustafa Barış ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
Mustafa Barış ÖZTÜRK
 

"İnleyen Nağmeler" eşliğinde,

Bugün, Televizyon haberlerinde, sosyal medya paylaşımlarında sıkça karşımıza çıkan görüntülerde sert kış koşullarında ellerinde çantalarıyla, bavullarıyla kaçmaya çalışan, tren istasyonlarını dolduran, yollarda yürüyerek göç eden yaşlılar, kadınlar, çocuklar var. Savaşın ülkesinde olduğunuzu hayal edin… Bir ANNE Bir BABA olarak... Her yer bombalanıyor… Herkes hedefte… Çocuklar da, yaşlılarda da… Sığınabileceğiniz hiçbir yer yok… Daha düne kadar hayatın aktığı her yerde bugün ölüm var… Herkes, “kaçmamız lazım” dediğinde, hepsi birer küçük valiz yaptı, yanlarında taşıyabilecekleri kadar !  Duvarlardaki aile fotoğrafları kaldı geride… Bir de çocuklarının boyu uzadıkça duvara ekledikleri o çizgiler kaldı, sıra sıra… En yakın sınıra kadar yürüdüler…  Sonra mı ? Dilini bilmediğiniz bir ülkedesiniz… Bundan sonrası yok… Paranız da… Eviniz de… İşiniz de… Ne mi var derseniz, Size yabancı bakan yüzlerce binlerce gözler… Niye geldin diyen bakışlar… Bize yüksün dedirten açıklamalar… Kendinizi bir türlü anlatamadığınız yorgun bir hayat… Nasıl hissederdiniz ? Bu şekilde geçen her gün, her hafta, her ay, her sene, ne hale gelirdiniz ?  Aradan geçen yıllar içinde doğacak çocuklarınız için nasıl bir gelecek hayal ederdiniz ? Dönecek bir ülkeniz bile yokken, sizi isteyemeyenlerin ülkesinde yükselen öfke nöbetleri arasında nasıl nefes alırdınız ? Düşünün… Kendinizi düşünün… Çaresizliğinizi düşünün… Korkularınızı, umutsuzluğunuzu… Elinizde avucunuzda kalan yalnızlığınızı… Başarısızlıklarınızı... Hayatınızda istediğiniz ne varsa vazgeçmişliğinizi... Tuttuğunuz herşeyin elinde kalmışlığınızı...! Bunları yazarken Radyodan gelen bir ses, "İnleyen nağmeler" diyordu. https://youtu.be/MR9ru2L2ND0 Şarkı ismini arama motoruna yazdığımda bugünkü savaş ortamı ve ruh halimizle alakalı söz ve hikayesini gördüm. İnleyen nağmeler çok eski bir şarkı. Kendine ve çevresine mutluluk verememiş becerememiş bir babanın mutlu olmakla ilgili beklentilerini anlattığı bir rüyadan ibaret. Bu rüyada aradığı cenneti tarif eden adam, bu rüyayı görmesine sebep olarak ise inleyen bir nağmeden aldığı feyzi yansıtır. Özellikle bu savaşan ülkelerin yöneticileri bunun neresinde ! Bugün bizi inleten nağmelerin notalarını kendi elleriyle yazdıkları aşikar. Geçmiş ile hesaplaşmayı, geçmişin şifreleriyle bugünü analiz etmeyi hep göz ardı ettiğimiz için yine  masumuz kendi aklımızda. Bugünü ve yarını oluşturan yapının bir parçası olduğumuzu, bu yapıda bizimde mesuliyetimizin olduğunu hiç ama hiç kabullenmiyoruz. Bugünün dertlerinden sorumluyuz, hem de dün yaptığımız yanlışlardan dolayı. İşte bugün herkesin umutsuzca aradığı o aydınlık yarınlar için inanç doğar içimizde. Böylece gelecekte dinlediğimiz her nağme, kaynağı neşeden de olsa kederden de, bize hasretle andığımız geçmişin, umutla bakacağımız yarınlarını müjdeler inşallah ! Rus Gazeteci Ksenia Mironova, “Gerçekleri konuşamaz hale geldik” demiş ya, Düşünün ! Düşünmekten yoruluncaya dek düşünün ! Ama şimdiden söyleyeyim,  ben hiçbirini savunmuyorum, tamamen tarafsızım. Çünkü anlamıyorum. Neden ? Niçin ? Değdi mi ? Elinize ne geçti ? Savunduğum tek şey var: hayat. Sıradan insanların hayatı. Ya da insanların yaşayabilmesi, ailelerin parçalanmaması, anaların ağlamaması, babaların inlememesi birbiriyle dost olabilecek kişilerin,  ülkelerin birdenbire düşman haline gelmemesi için gereken ortam; yani “BARIŞ" diliyorum...  
Ekleme Tarihi: 29 Mart 2022 - Salı

"İnleyen Nağmeler" eşliğinde,

Bugün,

Televizyon haberlerinde, sosyal medya paylaşımlarında sıkça karşımıza çıkan görüntülerde sert kış koşullarında ellerinde çantalarıyla, bavullarıyla kaçmaya çalışan, tren istasyonlarını dolduran, yollarda yürüyerek göç eden yaşlılar, kadınlar, çocuklar var.

Savaşın ülkesinde olduğunuzu hayal edin…

Bir ANNE

Bir BABA olarak...

Her yer bombalanıyor… Herkes hedefte… Çocuklar da, yaşlılarda da…

Sığınabileceğiniz hiçbir yer yok…

Daha düne kadar hayatın aktığı her yerde bugün ölüm var…

Herkes, “kaçmamız lazım” dediğinde, hepsi birer küçük valiz yaptı, yanlarında taşıyabilecekleri kadar ! 

Duvarlardaki aile fotoğrafları kaldı geride…

Bir de çocuklarının boyu uzadıkça duvara ekledikleri o çizgiler kaldı, sıra sıra…

En yakın sınıra kadar yürüdüler… 

Sonra mı ?

Dilini bilmediğiniz bir ülkedesiniz…

Bundan sonrası yok…

Paranız da…

Eviniz de…

İşiniz de…

Ne mi var derseniz,

Size yabancı bakan yüzlerce binlerce gözler…

Niye geldin diyen bakışlar…

Bize yüksün dedirten açıklamalar…

Kendinizi bir türlü anlatamadığınız yorgun bir hayat…

Nasıl hissederdiniz ?

Bu şekilde geçen her gün, her hafta, her ay, her sene, ne hale gelirdiniz ? 

Aradan geçen yıllar içinde doğacak çocuklarınız için nasıl bir gelecek hayal ederdiniz ?

Dönecek bir ülkeniz bile yokken, sizi isteyemeyenlerin ülkesinde yükselen öfke nöbetleri arasında nasıl nefes alırdınız ?

Düşünün…

Kendinizi düşünün…

Çaresizliğinizi düşünün…

Korkularınızı, umutsuzluğunuzu…

Elinizde avucunuzda kalan yalnızlığınızı…

Başarısızlıklarınızı...

Hayatınızda istediğiniz ne varsa vazgeçmişliğinizi...

Tuttuğunuz herşeyin elinde kalmışlığınızı...!

Bunları yazarken Radyodan gelen bir ses, "İnleyen nağmeler" diyordu.

https://youtu.be/MR9ru2L2ND0

Şarkı ismini arama motoruna yazdığımda bugünkü savaş ortamı ve ruh halimizle alakalı söz ve hikayesini gördüm.

İnleyen nağmeler çok eski bir şarkı. Kendine ve çevresine mutluluk verememiş becerememiş bir babanın mutlu olmakla ilgili beklentilerini anlattığı bir rüyadan ibaret.

Bu rüyada aradığı cenneti tarif eden adam, bu rüyayı görmesine sebep olarak ise inleyen bir nağmeden aldığı feyzi yansıtır.

Özellikle bu savaşan ülkelerin yöneticileri bunun neresinde !

Bugün bizi inleten nağmelerin notalarını kendi elleriyle yazdıkları aşikar.

Geçmiş ile hesaplaşmayı, geçmişin şifreleriyle bugünü analiz etmeyi hep göz ardı ettiğimiz için yine  masumuz kendi aklımızda.

Bugünü ve yarını oluşturan yapının bir parçası olduğumuzu, bu yapıda bizimde mesuliyetimizin olduğunu hiç ama hiç kabullenmiyoruz.

Bugünün dertlerinden sorumluyuz, hem de dün yaptığımız yanlışlardan dolayı.

İşte bugün herkesin umutsuzca aradığı o aydınlık yarınlar için inanç doğar içimizde.

Böylece gelecekte dinlediğimiz her nağme, kaynağı neşeden de olsa kederden de, bize hasretle andığımız geçmişin, umutla bakacağımız yarınlarını müjdeler inşallah !

Rus Gazeteci Ksenia Mironova, “Gerçekleri konuşamaz hale geldik” demiş ya,
Düşünün !

Düşünmekten yoruluncaya dek düşünün !

Ama şimdiden söyleyeyim,  ben hiçbirini savunmuyorum, tamamen tarafsızım. Çünkü anlamıyorum.

Neden ?

Niçin ?

Değdi mi ?

Elinize ne geçti ?

Savunduğum tek şey var: hayat.

Sıradan insanların hayatı.

Ya da insanların yaşayabilmesi, ailelerin parçalanmaması, anaların ağlamaması, babaların inlememesi birbiriyle dost olabilecek kişilerin,  ülkelerin birdenbire düşman haline gelmemesi için gereken ortam; yani “BARIŞ" diliyorum...
 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi