İrfan COŞKUN
Köşe Yazarı
İrfan COŞKUN
 

MAKAM SAHİPLERİ OKUMASIN

“İnsan ancak konuşmayı düşündüklerini söylemeyi öğrendiğinde, insan türüne dönüşmüştür” diyor Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç.   Biz de konuşmayı düşündüğümüz şeyleri yeniden söylemeye başlayalım dedik. Yarım asırlık ömrü geri bıraktık, kimimiz daha genç, kimimiz daha ileri yaşlarda. Ağlayarak başladığımız bu hayatta birçok olay yaşamışızdır, sevinçler, üzüntüler, stresler, başarılar, mahcubiyetler, başarısızlıklar, gözyaşları, mutluluklar daha neler, neler.  İnsan dünyaya bir kez gelir, bir hayat yaşar ve vakti saati geldiğinde terki hayat eder. Yahya Kemal’e göre “Meçhule gider, yerinden memnun olduğu için de geri dönmez” Her nasıl inanıyorsanız inanın, hepimiz bu hayatın süreli olduğunu, bir gün nihayete ereceğini, tarihi ve saati bir yerlerde kayıtlı  olsa da bizim için meçhul olan bir tarihte, bir saatte, belki yarın, belki yarından da yakın bir anda bu hayata veda edeceğiz. Mutlak olan bu gerçeği hepimiz biliriz ama, çoğu kez telaffuz etmeyiz, hatırlamayız, hatırlamak istemeyiz.    Kendisi olmayı başaranlar, daha kaygısız, daha rahat, daha insanı bir hayat sürdürürler. Bir örnek verecek olursak, belirli makamlara gelmiş bazı kişiler, bu makamların efsunlu, şaşalı, aldatıcı havasına kapılıp kendileri olmaktan çıkarlar. Makama gösterilen ilgi ve alakayı, kendilerine gösteriliyor sanırlar. Millete hizmet aracı olan bu makamlar, Devleti temsil etme sorumluluğu yüklediği için, belirli bir yerde durmayı gerektirir olsa da, zaman zaman bu kostümlerden sıyrılarak sıradan olmayı başaranlar gerçek mutluluğu tadarlar.   “Kendisi olamamak” biraz da özgüvenle alakalı bir şey. Üstümüze giydirilen maskelerin (Makam, mevki, zenginlik, güzellik vb.) geçici olduğunun farkına varamamak. Başımızı ellerimizin arasına alıp şöyle bir düşünmeli! On yıl önceki, yirmi yıl önceki bir olayı hatırlayalım, bir de yirmi yıl sonra nerede, nasıl bir durumda olabileceğimizi hayal edelim. Bugün sahip olduğumuz itibar, makamlar, mevkiler, şan şöhret, gençlik, güzellik, enerji anlamını yitirmiş, belki bir başımıza kalmış, arayan soranımız azalmış, gerçek dostları bekler dururuz O vakit, geçmişte yaptığımız karşılıksız iyilikler, makamlardan aldığımız gücü, kendimize değil de milletin menfaatine ne kadar kullanmışsak, diğer bir ifadeyle Devletin bizlere emanet ettiği o makamlar sayesinde ne kadar çok insana yaramışsak, yarasına merhem olmuşsak, derdine çare bulmuşsak, kamu yararına ne kadar çok hizmet üretmişsek, o kadar vicdanımız rahat, o kadar mutlu oluruz.  Bir keresinde iş görme yeteneği yüksek, etkin bir makamdan ayrıldığımda, daha önce aramalardan adeta usandığım halde, telefonumun çok seyrek çaldığını görünce, alışana dek telefon arızalı mı diye şüphelendiğim olmuştur.   Tenha bir yerde yere uzanın, evinizin tenha bir köşesinde de olabilir. Kendinizi biran için ölmüş ve tabuta konmuş olarak hayal edin. Omuz verdiğiniz sevdiğinizin tabutunda kendiniz olduğunuzu düşünün. Etrafınızdakilerin neler konuştuğunu, nelerle meşgul olduklarını düşünün. Duyuyorsunuz fakat cevap veremiyorsunuz. Bütün kazanımlarınızın ne olduğunu, size ne kadar yaradığını-yaramadığını görün. Binbir emekle biriktirdiğiniz malların mirasçılarınız tarafından nasıl paylaşıldığını, kavga gürültü içerisinde sizi hiç hatırlamadıklarını, teşekkür etmediklerini, Allah razı olsun demediklerini görün.   “Dert ettiklerinizi mezara götüremezsiniz, ama onlar sizi mezara götürür”. Arada bir yapılacak böyle bir muhasebenin, makam hırsımızı azaltacağı, bizleri daha insani hale getireceği, rahatsız edici hırslardan, uzun soluklu emellerin sıkıntısından kurtaracağı, sahip olamadıklarımızın fakiri olmak yerine, elimizde olanların mutluluğunu yaşatacağı, bizi biz yapacağı, aslında sıradan biri olduğumuzu hatırlatacağı ve böylece rahat bir nefes aldıracağı muhakkaktır.  Şimdi kravatınızı çıkartın, takım elbiselerinizi bir kenara koyun, ütüsüz, lüks olmayan sivil giyimle sokağa çıkın, parkta oturun. Şehrin kalabalık caddelerinden birinde, bir kenarda durup insanları seyredin, yağmurda ıslanın, dolmuşa binin, halkın arasına karışın. Atın üzerinize biçilmiş maskeleri. Ben de çöpten atık kağıt toplayan biri gibiyim. O’nu yaratan beni de yaratmış, ben sıradan biriyim deyin kendi kendinize. Zenginliğiniz, makamınız mezarınızın üzerini farklı yaptırsa da, içeride pek bir şey değişmeyeceği bilin. Bir de böyle bakın hayata.   Karşısında korkudan, heyecanlanan, titreyen adama dönerek “ Korkma, titreme, Ben kurutulmuş et yiyen kureyşli bir kadının oğluyum” diyecek kadar mütevazi davranan bir Peygamberin Ümmeti, bir iklimin çocuklarıyız. Unutmayalım ki; “Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur” 
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2019 - Çarşamba

MAKAM SAHİPLERİ OKUMASIN

“İnsan ancak konuşmayı düşündüklerini söylemeyi öğrendiğinde, insan türüne dönüşmüştür” diyor Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç.  


Biz de konuşmayı düşündüğümüz şeyleri yeniden söylemeye başlayalım dedik. Yarım asırlık ömrü geri bıraktık, kimimiz daha genç, kimimiz daha ileri yaşlarda. Ağlayarak başladığımız bu hayatta birçok olay yaşamışızdır, sevinçler, üzüntüler, stresler, başarılar, mahcubiyetler, başarısızlıklar, gözyaşları, mutluluklar daha neler, neler. 


İnsan dünyaya bir kez gelir, bir hayat yaşar ve vakti saati geldiğinde terki hayat eder. Yahya Kemal’e göre “Meçhule gider, yerinden memnun olduğu için de geri dönmez” Her nasıl inanıyorsanız inanın, hepimiz bu hayatın süreli olduğunu, bir gün nihayete ereceğini, tarihi ve saati bir yerlerde kayıtlı  olsa da bizim için meçhul olan bir tarihte, bir saatte, belki yarın, belki yarından da yakın bir anda bu hayata veda edeceğiz. Mutlak olan bu gerçeği hepimiz biliriz ama, çoğu kez telaffuz etmeyiz, hatırlamayız, hatırlamak istemeyiz.   


Kendisi olmayı başaranlar, daha kaygısız, daha rahat, daha insanı bir hayat sürdürürler. Bir örnek verecek olursak, belirli makamlara gelmiş bazı kişiler, bu makamların efsunlu, şaşalı, aldatıcı havasına kapılıp kendileri olmaktan çıkarlar. Makama gösterilen ilgi ve alakayı, kendilerine gösteriliyor sanırlar. Millete hizmet aracı olan bu makamlar, Devleti temsil etme sorumluluğu yüklediği için, belirli bir yerde durmayı gerektirir olsa da, zaman zaman bu kostümlerden sıyrılarak sıradan olmayı başaranlar gerçek mutluluğu tadarlar.  


“Kendisi olamamak” biraz da özgüvenle alakalı bir şey. Üstümüze giydirilen maskelerin (Makam, mevki, zenginlik, güzellik vb.) geçici olduğunun farkına varamamak. Başımızı ellerimizin arasına alıp şöyle bir düşünmeli! On yıl önceki, yirmi yıl önceki bir olayı hatırlayalım, bir de yirmi yıl sonra nerede, nasıl bir durumda olabileceğimizi hayal edelim. Bugün sahip olduğumuz itibar, makamlar, mevkiler, şan şöhret, gençlik, güzellik, enerji anlamını yitirmiş, belki bir başımıza kalmış, arayan soranımız azalmış, gerçek dostları bekler dururuz O vakit, geçmişte yaptığımız karşılıksız iyilikler, makamlardan aldığımız gücü, kendimize değil de milletin menfaatine ne kadar kullanmışsak, diğer bir ifadeyle Devletin bizlere emanet ettiği o makamlar sayesinde ne kadar çok insana yaramışsak, yarasına merhem olmuşsak, derdine çare bulmuşsak, kamu yararına ne kadar çok hizmet üretmişsek, o kadar vicdanımız rahat, o kadar mutlu oluruz.  Bir keresinde iş görme yeteneği yüksek, etkin bir makamdan ayrıldığımda, daha önce aramalardan adeta usandığım halde, telefonumun çok seyrek çaldığını görünce, alışana dek telefon arızalı mı diye şüphelendiğim olmuştur.  


Tenha bir yerde yere uzanın, evinizin tenha bir köşesinde de olabilir. Kendinizi biran için ölmüş ve tabuta konmuş olarak hayal edin. Omuz verdiğiniz sevdiğinizin tabutunda kendiniz olduğunuzu düşünün. Etrafınızdakilerin neler konuştuğunu, nelerle meşgul olduklarını düşünün. Duyuyorsunuz fakat cevap veremiyorsunuz. Bütün kazanımlarınızın ne olduğunu, size ne kadar yaradığını-yaramadığını görün. Binbir emekle biriktirdiğiniz malların mirasçılarınız tarafından nasıl paylaşıldığını, kavga gürültü içerisinde sizi hiç hatırlamadıklarını, teşekkür etmediklerini, Allah razı olsun demediklerini görün. 


 “Dert ettiklerinizi mezara götüremezsiniz, ama onlar sizi mezara götürür”. Arada bir yapılacak böyle bir muhasebenin, makam hırsımızı azaltacağı, bizleri daha insani hale getireceği, rahatsız edici hırslardan, uzun soluklu emellerin sıkıntısından kurtaracağı, sahip olamadıklarımızın fakiri olmak yerine, elimizde olanların mutluluğunu yaşatacağı, bizi biz yapacağı, aslında sıradan biri olduğumuzu hatırlatacağı ve böylece rahat bir nefes aldıracağı muhakkaktır. 


Şimdi kravatınızı çıkartın, takım elbiselerinizi bir kenara koyun, ütüsüz, lüks olmayan sivil giyimle sokağa çıkın, parkta oturun. Şehrin kalabalık caddelerinden birinde, bir kenarda durup insanları seyredin, yağmurda ıslanın, dolmuşa binin, halkın arasına karışın. Atın üzerinize biçilmiş maskeleri. Ben de çöpten atık kağıt toplayan biri gibiyim. O’nu yaratan beni de yaratmış, ben sıradan biriyim deyin kendi kendinize. Zenginliğiniz, makamınız mezarınızın üzerini farklı yaptırsa da, içeride pek bir şey değişmeyeceği bilin. Bir de böyle bakın hayata.  


Karşısında korkudan, heyecanlanan, titreyen adama dönerek “ Korkma, titreme, Ben kurutulmuş et yiyen kureyşli bir kadının oğluyum” diyecek kadar mütevazi davranan bir Peygamberin Ümmeti, bir iklimin çocuklarıyız. Unutmayalım ki; “Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur” 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi