Tahir ORHAN
Köşe Yazarı
Tahir ORHAN
 

GAZETECİLİĞİN RUHUNA EL-FATİHA

Gazeteci, sabahın köründen akşamın karanlığına kadar haber peşinde koşar durur. Her gittiği yerde biraz temkinli ama mutlaka iyi karşılanır. Çünkü ona çok ihtiyaç vardır ama biraz da haberi evirip çevirince baş ağrıtabileceği için dikkatli davranılır. Son yıllarda bunun çözümünü de buldular. Haberler, ilgili kurumlarca servis ediliyor. Hem de fotoğraflarıyla, metniyle birlikte. Bu çözüm(!), iki tarafa da çok yarıyor. Birincisi, gazeteler, televizyonlar, İnternet siteleri fazla muhabir bulundurmak zorunda kalmıyor, ikincisi ise haberi yapılan kurum, hiçbir sıkıntıya düşmeden, yaptıkları, kimseler tarafından sorgulanmadan kıl ayıpsız bir haber ortaya çıkıyor. Peki bunun sakıncaları yok mudur? Bal gibi de sakıncalıdır. Haber dediğin şey, muhabirin bizzat gidip kotardığı kutsal bir iştir. Gerekirse soracak, yanlışlarını, kusurlarını araştıracak ve haberini bütün unsurlarıyla dört başı mamur bir hale getirecek. Ama bu yöntemde böyle bir şey yok. İlgili birim, neyin yazılmasını istiyorsa onu zaten kendileri yazıp gönderiyor. Gazete, televizyon ve İnternet sitesi de onu alıp hiç göz atmadan servise koyuyor. Bir başka facia da, haber diye gönderilen metnin, bir habercinin elinden değil, son derece acemi bir kişinin elinden çıkmış olması. Lüzumsuz uzatmalar, içerikten yoksun ifadeler, dedik ya istenilenin yazılması, ortaya haberden ziyade kuru bir metin çıkarıyor. Bu da okuyucuyu sıkıyor. Ama olsun kimin umurunda… Böyle olunca da ortada ne gazetecilik kalıyor, ne de haber. Bu yüzden, gazeteciliği hak ettiği şekilde yapmak isteyenler de köşeye sıkışıyor. Eskiden, etkinlikler, günler öncesinden haber verilirdi, basın kuruluşları da ona göre hazırlığını yapar, gidecek muhabiri belirlerdi. Hatta belki eksik kalır diye neleri sorması gerektiğini de hatırlatırdı. Şimdi ne haber, ne muhabir? İşte sana gazetecilik… Oysa gazeteci, sorulamayanları soracak, muhatabını bunaltacak, canından bezdirecek ama aldığı sağlam bilgilerle halka doğru şeyler sunacak. Basın toplantısı diye bir şey vardı; şimdi o da yok. Valilikten veya Belediye’den bir fotoğrafçı bütün işi görüyor. Sonra birkaç satır lüzumlu lüzumsuz bilgi… Salla gitsin… Bu yüzden basına da güven kalmıyor. Yapılan araştırmalarda her ne kadar siyasetçilerden daha önde ise de her yüz kişiden 63’ü basına, gazetecilere güvenmiyor. Bunca meşakkatine rağmen gazeteciliği gazeteci gibi yapanlara, hatta neden gazetecilere sardın diyenlere selam olsun. Muhabbetle efendim?
Ekleme Tarihi: 30 Haziran 2020 - Salı

GAZETECİLİĞİN RUHUNA EL-FATİHA

Gazeteci, sabahın köründen akşamın karanlığına kadar haber peşinde koşar durur. Her gittiği yerde biraz temkinli ama mutlaka iyi karşılanır. Çünkü ona çok ihtiyaç vardır ama biraz da haberi evirip çevirince baş ağrıtabileceği için dikkatli davranılır.


Son yıllarda bunun çözümünü de buldular. Haberler, ilgili kurumlarca servis ediliyor. Hem de fotoğraflarıyla, metniyle birlikte.


Bu çözüm(!), iki tarafa da çok yarıyor. Birincisi, gazeteler, televizyonlar, İnternet siteleri fazla muhabir bulundurmak zorunda kalmıyor, ikincisi ise haberi yapılan kurum, hiçbir sıkıntıya düşmeden, yaptıkları, kimseler tarafından sorgulanmadan kıl ayıpsız bir haber ortaya çıkıyor.


Peki bunun sakıncaları yok mudur? Bal gibi de sakıncalıdır. Haber dediğin şey, muhabirin bizzat gidip kotardığı kutsal bir iştir. Gerekirse soracak, yanlışlarını, kusurlarını araştıracak ve haberini bütün unsurlarıyla dört başı mamur bir hale getirecek. Ama bu yöntemde böyle bir şey yok. İlgili birim, neyin yazılmasını istiyorsa onu zaten kendileri yazıp gönderiyor. Gazete, televizyon ve İnternet sitesi de onu alıp hiç göz atmadan servise koyuyor. Bir başka facia da, haber diye gönderilen metnin, bir habercinin elinden değil, son derece acemi bir kişinin elinden çıkmış olması. Lüzumsuz uzatmalar, içerikten yoksun ifadeler, dedik ya istenilenin yazılması, ortaya haberden ziyade kuru bir metin çıkarıyor. Bu da okuyucuyu sıkıyor. Ama olsun kimin umurunda…


Böyle olunca da ortada ne gazetecilik kalıyor, ne de haber. Bu yüzden, gazeteciliği hak ettiği şekilde yapmak isteyenler de köşeye sıkışıyor. Eskiden, etkinlikler, günler öncesinden haber verilirdi, basın kuruluşları da ona göre hazırlığını yapar, gidecek muhabiri belirlerdi. Hatta belki eksik kalır diye neleri sorması gerektiğini de hatırlatırdı. Şimdi ne haber, ne muhabir? İşte sana gazetecilik…


Oysa gazeteci, sorulamayanları soracak, muhatabını bunaltacak, canından bezdirecek ama aldığı sağlam bilgilerle halka doğru şeyler sunacak.


Basın toplantısı diye bir şey vardı; şimdi o da yok. Valilikten veya Belediye’den bir fotoğrafçı bütün işi görüyor. Sonra birkaç satır lüzumlu lüzumsuz bilgi… Salla gitsin…


Bu yüzden basına da güven kalmıyor. Yapılan araştırmalarda her ne kadar siyasetçilerden daha önde ise de her yüz kişiden 63’ü basına, gazetecilere güvenmiyor.


Bunca meşakkatine rağmen gazeteciliği gazeteci gibi yapanlara, hatta neden gazetecilere sardın diyenlere selam olsun.


Muhabbetle efendim?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi