Onu uzun zaman önce tanımıştım. Sanırım bir kitap fuarındaydık. Tanıdık birisi ile yanımıza gelip daha tanışmadan kitaplarımızdan satın almıştı. Sonra tanışma faslına geçtik. Arkadaşımız, emekli banka müdürü diye tanıttı Kubilay Şener’i. Trabzonlu değildi ama bu şehre âşıktı. Hatta ortak bir dostumuza bunu söyleyince “Bu adam ne içmiş. Trabzon’un nesini seviyor” demişti. Ama öyle değildi işte… Bir kere doğasına, denizine, balığına, Mahmut Goloğlu’nun dediği gibi,
Trabzonun uşağuna
Kaytanına, kuşağına
Zıpkasına, mintanına, kukulasına
Çülkisine, çapulasına
Horonına, kemençesine, yayına
Funduğuna, mısırına, çayına meftun olmuştu Kubilay Bey.
İyi iki dosta olmuştuk. Sık sık konuşur, bezen de mesajla birbirimize hal hatır sorar, birbirimizi selamlardık. Daha iki hafta kadar önce yine karşılaşmış sohbet etmiştik. Kültüre, sanata, edebiyata aşinaydı. Bir de annesine… Her buluştuğumuzda annesini sorardım. Son zamanlarda hastalığı ilerlemiş, artık hastaneye düşmüştü. Hemen yanına hastaneye koşması gerektiği söyleyip ayrılmıştı yanımızdan.
En son mesajıma cevap vermeyince işkillendim doğrusu ama onu arayıp da meşgul etmek istemedim. 80’ine merdiven dayamış bu adam, hastanede annesinin yanında yatıyordu. Yeter ki o yalnız kalmasın, kendini aciz hissetmesin.
Birkaç gün önce ondan bir mesaj aldım.
“Meleğimi kaybettim” diyordu. Demek ki o canından aziz bildiği annesi melek olup uçmuştu. O da yaya kalmıştı bu gurbet çıkmazında.
Belki de Trabzon’un;
Damına, tarabasına,
Ağasına, marabasına
Karakaşlısına, gözü yaşlısına
Erine, yiğidine, kocamışına
Sakalı tel tel, saçı yeni bitmişine
Yedisinden yetmişine bu kadar sarılmayacaktı artık.
Kubilay Şener’de anne sevgisinin zirvesini gördük desek yeridir. Bir anne ancak böyle sevilir, bir annenin duası ancak böyle alınır. Onlar için ne yapsak azdır demek bile azdır.
Göçüp gitmiş annelerimize binlerce rahmet, en son anne acısı yaşayan ve bize anne sevgisi öğreten Kubilay beyimize de sonsuz sabırlar diliyoruz.
Muhabbetle efendim!