Tahir ORHAN
Köşe Yazarı
Tahir ORHAN
 

AYASOFYA-LOZAN-ATATÜRK

Ülkede her şey birbirine girdiği için, büyük bir karmaşa yaşanıyor. İnsanlar, bildikleri veya bilmedikleri konularda ahkâm kesmeye bayıldığı için ortalık toz duman… Eğer insanlar bilmedikleri konularda konuşmasalardı dünya büyük bir sessizliğe bürünürdü desek fazla mı abartmış oluruz acaba? Peki buna ne lüzum vardı? Ayasofya, 1453’ten beri bizim topraklarımızda, bizim egemenliğimiz altında değil miydi? Onun üzerindeki egemenlik haklarımızı kullanmamız mı yanlış? Camiden müzeye döndürülmesi hangi şartlarda olmuşsa olmuş; şimdi aslına döndürüldü ya! Üzüm yiyelim daha iyi değil mi? Bu konuya daha önce değindiğim için bunu geçiyorum. Şimdiki konumuz Lozan. “Lozan Barış mı Hezimet mi” sorusuna öncelikle “Böyle bir değerlendirmeye ne gerek var” diye cevap verdikten sonra Lozan’ın o şartlarda yapılanın, burayı tekrar vurguluyorum, o şartlarda yapılanın en iyisi olduğunu söyleyebiliriz. Yoksa parçalanacaktık. Bu tartışmaları bir süre uzaktan gözlemlemeyi yeğledik. Gördük ki, asıl konu ne Ayasofya’dır, ne Lozan’dır ne Atatürk’tür. Hepsidir, hiç biri değildir. Asıl konu, insanların birbirlerinin fikirlerine tahammülsüzlükleridir. Daha doğrusu, çeşitli sebeplerden dolayı toplum çok gerildi. Buna bir de koronoa virüsünün getirdiği tedirginlik eklenince, insanlar birbirlerinden nefret eder hale geldi. Yoksa otobüsün geç gelmesini, Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile bağdaştırmayı hangi aklın ürünü olarak kabul edeceğiz? Önceki gün otobüste böyle bir tartışmaya şahit oldum. Araya girip insanları yumuşatmasaydım, belki de tartışma çok büyüyecekti. Adamla biraz konuşup gazını alınca sakinleşti. Ama otobüs şoförüne sorduğu soruya onun cevap vermeyip susması da hiç doğru değildi. Bu, onu suçlu kılar. Tekrar konumuza dönelim. Ayasofya ile bir kaşık suda fırtına koparmaya çalışanlar, ibadete açılışının 24 Temmuz’a denk gelmesinin, sadece Cuma namazı ile açılması fikrinden kaynaklandığını kabul etse ne güzel olurdu. Fakat özellikle Lozan’ın yıldönümüne getirilmesinin bir intikam fikrinden kaynaklandığını düşünmeleri  art niyetin ifadesidir. Yine orada sosyal mesafe kuralına uyulmadığı, maskesiz dolaşıldığı ifade edilerek, adeta “keşke birkaç kişide virüs çıksa da biz haklı olsak” düşüncesi ne kötü bir düşüncedir. Lozan’da ne oldu? Lozan karşıtları, merhum Kadir Mısıroğlu da dahil, uzun aylar süren görüşmelerde bir iki ufak kazanımın yanında 12 adayı, Kıbrıs’ı, Musul’u, Mısır’ı, Sudan’ı kaybetmenin bir zafer değil hezimet olduğu fikrinde birleşirken, Lozan yanlıları, Sevr Antlaşmasının ağır şartlarını ortadan kaldırdığı için bir de işin içinde Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün bulunması hasebiyle, bu kayıpları görmezden gelip, Lozan’ı büyük bir zafer olarak görerek, yine bir yanlış yol seçmiş oluyor. O zamanlarda hem İstanbul’da hem de Ankara’da iki ayrı hükümet olduğunu unutmayalım. Bu durum, itilaf devletlerinin iştahını kabartıyordu. Çünkü kolay lokma olacaktık. Olduk da. O yüzden istediklerini yaptırdılar. Buna rağmen, kapitülasyonların kaldırılması, misak-ı milli’nin kabulü kâr sayılmalıdır. Daha doğrusu Lozan ne zaferdir ne hezimet. Lozan, İlber Ortaylı’nın dediği gibi bir uzlaşma metnidir. Lozan’da Birinci aza İsmet İnönü olmasına rağmen, müzakereleri, Rıza Nur sürüklemiş, nihai şekil, onun çabalarıyla verilmiştir. 143 maddelik Lozan Antlaşmasının her iki uçta da farklı yorumlanması, tarihçilerimizi de ikiye bölmüş durumdadır. Onlar da zafer ve hezimet yanlıları olarak yerlerini almıştır. İslam Ansiklopedisi’nde Lozan maddesini Türk Dil Kurumunun eski başkanı Şerafettin Turan kaleme almıştır. Turan, buradaki uzunca araştırmasında hiç hezimetten söz etmediği gibi Lozan’ı büyük bir zafer, İsmet İnönü’yü de büyük bir kahramanmış gibi gösterir ve diğerlerinden hiç bahsetmez. Mustafa Armağan ise, Kadir Mısıroğlu gibi Lozan’ı hiç tereddütsüz hezimet kabul eder. Bu arada, ne Türk Dil Kurumuna 7 yıldan fazla başkanlık yapan Şerafettin Turan dilcidir, ne de Mustafa Armağan tarihçi... İşte dostlar, taraf olunduğu zaman böyle oluyor. Yalnız Mustafa Armağan’ın hakkını da yemeyelim. “Eğer bir zafer varsa, kaybedeni de olmalıdır” diyor. “Lozan’da İngilizler mi kaybetti, Yunanlılar mı, İtalyanlar mı? Bir tek Fransa kapitülasyonları kaybetti” ifadesinde de isabet vardır.  Lozan öyle çetrefilli ki, Yunanistan’dan tamirat tazminatı olarak istenen 4 milyon altını Yunanlılar vermek istemeyince, bunun karşılığında Edirne Karaağaç’ı Türk tarafına bırakması, işin ne derece karmaşık olduğunu göstermeye yeter. On yıllardır Ayasofya’nın ibadete açılmasını bir egemenlik meselesi görenler, şimdi yapılana, sırf muhalefet için karşı çıkarken, açılışın denk düştüğü tarihteki bir başka olay olan Lozan da bundan nasibini alıyor. Açılış sırasında okunan hutbedeki ifadeler ne kadar yanlıştı. Sonradan yapılan tamirat açıklamaları, bunu telafi etmeye yetmez. O yüzden zaten topun ağzında olan Ali Erbaş’ın çok daha dikkatli olması gerekir. Aslına bakarsanız, bir din adamının, dinin dışına çıkmaması daha doğrudur. Gerçi artık ağzıyla kuş kapsa zafercilere şirin görünemez. Tıpkı, Lozan’da kazanımlarımızdan çok daha fazla kayıplarımız olduğunu çıkıp söyleme erdemini gösterebilecek bir zafercinin kabul görmeyeceği gibi… Rıza Nur’a da bir bahis açalım. Atatürk’le ve İsmet İnönü ile hep kavgalı oldu. Bu yüzden, bu çevrelerde sevilmedi. Uzun süre Türkiye’de yayımlanması yasak olan 3 ciltlik “Hayat ve Hatıratım”da İsmet İnönü’nun, kendisinin Lozan’daki başarılarını ilk başta çok övdüğünü ama sonra bundan vazgeçtiğini yazar. Demek ki orada da işler çok iyi gitmemiş. Fakat bir gerçek var ki, Rıza Nur, müzakereler sırasında karşı tarafa çok çetin ceviz olduğunu kabul ettirmiştir. Şimdiki Trakya sınırı, onun eseridir. Yoksa İngilizler boğazlara kadar dayanmıştı. Son söz; yönetenlerin bir yönetimi olmalıdır. Böyle olunca “Ah Lütfi Paşa neredesin” diyesim geliyor. Biri çıkıp şu yönetenlere, senin yaptığın gibi yapsa ve devlet nasıl idare edilir öğretse, o da boyun büküp bunu kabullense tadıyla yenir mi? Ama nerede bu irade? Öğrenmemiz gereken en önemli şey; tarihi olayları tarihin hoşgörüsüne, tarihi şahsiyetleri de tarihin yargısına bırakmak. Tamam, rahmet okumasak bile hiç kimse, hiç kimsenin kutsalına küfretmesin. Sosyal mesafeye, maske takmaya ve aşırı temizliğe dikkat ederek idrak edeceğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum. Unutmayın, kurbanınızın ne eti ne de kanı Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. Sağlık ve afiyet içinde nice bayramlara ulaşmanızı Rabb’imizden niyaz ediyorum. Muhabbetle efendim!
Ekleme Tarihi: 29 Temmuz 2020 - Çarşamba

AYASOFYA-LOZAN-ATATÜRK

Ülkede her şey birbirine girdiği için, büyük bir karmaşa yaşanıyor. İnsanlar, bildikleri veya bilmedikleri konularda ahkâm kesmeye bayıldığı için ortalık toz duman… Eğer insanlar bilmedikleri konularda konuşmasalardı dünya büyük bir sessizliğe bürünürdü desek fazla mı abartmış oluruz acaba?


Peki buna ne lüzum vardı?


Ayasofya, 1453’ten beri bizim topraklarımızda, bizim egemenliğimiz altında değil miydi? Onun üzerindeki egemenlik haklarımızı kullanmamız mı yanlış? Camiden müzeye döndürülmesi hangi şartlarda olmuşsa olmuş; şimdi aslına döndürüldü ya! Üzüm yiyelim daha iyi değil mi? Bu konuya daha önce değindiğim için bunu geçiyorum.


Şimdiki konumuz Lozan. “Lozan Barış mı Hezimet mi” sorusuna öncelikle “Böyle bir değerlendirmeye ne gerek var” diye cevap verdikten sonra Lozan’ın o şartlarda yapılanın, burayı tekrar vurguluyorum, o şartlarda yapılanın en iyisi olduğunu söyleyebiliriz. Yoksa parçalanacaktık.


Bu tartışmaları bir süre uzaktan gözlemlemeyi yeğledik. Gördük ki, asıl konu ne Ayasofya’dır, ne Lozan’dır ne Atatürk’tür. Hepsidir, hiç biri değildir. Asıl konu, insanların birbirlerinin fikirlerine tahammülsüzlükleridir. Daha doğrusu, çeşitli sebeplerden dolayı toplum çok gerildi. Buna bir de koronoa virüsünün getirdiği tedirginlik eklenince, insanlar birbirlerinden nefret eder hale geldi. Yoksa otobüsün geç gelmesini, Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile bağdaştırmayı hangi aklın ürünü olarak kabul edeceğiz? Önceki gün otobüste böyle bir tartışmaya şahit oldum. Araya girip insanları yumuşatmasaydım, belki de tartışma çok büyüyecekti. Adamla biraz konuşup gazını alınca sakinleşti. Ama otobüs şoförüne sorduğu soruya onun cevap vermeyip susması da hiç doğru değildi. Bu, onu suçlu kılar.


Tekrar konumuza dönelim.


Ayasofya ile bir kaşık suda fırtına koparmaya çalışanlar, ibadete açılışının 24 Temmuz’a denk gelmesinin, sadece Cuma namazı ile açılması fikrinden kaynaklandığını kabul etse ne güzel olurdu. Fakat özellikle Lozan’ın yıldönümüne getirilmesinin bir intikam fikrinden kaynaklandığını düşünmeleri  art niyetin ifadesidir. Yine orada sosyal mesafe kuralına uyulmadığı, maskesiz dolaşıldığı ifade edilerek, adeta “keşke birkaç kişide virüs çıksa da biz haklı olsak” düşüncesi ne kötü bir düşüncedir.


Lozan’da ne oldu?


Lozan karşıtları, merhum Kadir Mısıroğlu da dahil, uzun aylar süren görüşmelerde bir iki ufak kazanımın yanında 12 adayı, Kıbrıs’ı, Musul’u, Mısır’ı, Sudan’ı kaybetmenin bir zafer değil hezimet olduğu fikrinde birleşirken, Lozan yanlıları, Sevr Antlaşmasının ağır şartlarını ortadan kaldırdığı için bir de işin içinde Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün bulunması hasebiyle, bu kayıpları görmezden gelip, Lozan’ı büyük bir zafer olarak görerek, yine bir yanlış yol seçmiş oluyor.


O zamanlarda hem İstanbul’da hem de Ankara’da iki ayrı hükümet olduğunu unutmayalım. Bu durum, itilaf devletlerinin iştahını kabartıyordu. Çünkü kolay lokma olacaktık. Olduk da. O yüzden istediklerini yaptırdılar. Buna rağmen, kapitülasyonların kaldırılması, misak-ı milli’nin kabulü kâr sayılmalıdır. Daha doğrusu Lozan ne zaferdir ne hezimet. Lozan, İlber Ortaylı’nın dediği gibi bir uzlaşma metnidir.


Lozan’da Birinci aza İsmet İnönü olmasına rağmen, müzakereleri, Rıza Nur sürüklemiş, nihai şekil, onun çabalarıyla verilmiştir.


143 maddelik Lozan Antlaşmasının her iki uçta da farklı yorumlanması, tarihçilerimizi de ikiye bölmüş durumdadır. Onlar da zafer ve hezimet yanlıları olarak yerlerini almıştır.


İslam Ansiklopedisi’nde Lozan maddesini Türk Dil Kurumunun eski başkanı Şerafettin Turan kaleme almıştır. Turan, buradaki uzunca araştırmasında hiç hezimetten söz etmediği gibi Lozan’ı büyük bir zafer, İsmet İnönü’yü de büyük bir kahramanmış gibi gösterir ve diğerlerinden hiç bahsetmez. Mustafa Armağan ise, Kadir Mısıroğlu gibi Lozan’ı hiç tereddütsüz hezimet kabul eder. Bu arada, ne Türk Dil Kurumuna 7 yıldan fazla başkanlık yapan Şerafettin Turan dilcidir, ne de Mustafa Armağan tarihçi... İşte dostlar, taraf olunduğu zaman böyle oluyor. Yalnız Mustafa Armağan’ın hakkını da yemeyelim. “Eğer bir zafer varsa, kaybedeni de olmalıdır” diyor. “Lozan’da İngilizler mi kaybetti, Yunanlılar mı, İtalyanlar mı? Bir tek Fransa kapitülasyonları kaybetti” ifadesinde de isabet vardır. 


Lozan öyle çetrefilli ki, Yunanistan’dan tamirat tazminatı olarak istenen 4 milyon altını Yunanlılar vermek istemeyince, bunun karşılığında Edirne Karaağaç’ı Türk tarafına bırakması, işin ne derece karmaşık olduğunu göstermeye yeter.


On yıllardır Ayasofya’nın ibadete açılmasını bir egemenlik meselesi görenler, şimdi yapılana, sırf muhalefet için karşı çıkarken, açılışın denk düştüğü tarihteki bir başka olay olan Lozan da bundan nasibini alıyor.


Açılış sırasında okunan hutbedeki ifadeler ne kadar yanlıştı. Sonradan yapılan tamirat açıklamaları, bunu telafi etmeye yetmez. O yüzden zaten topun ağzında olan Ali Erbaş’ın çok daha dikkatli olması gerekir. Aslına bakarsanız, bir din adamının, dinin dışına çıkmaması daha doğrudur. Gerçi artık ağzıyla kuş kapsa zafercilere şirin görünemez. Tıpkı, Lozan’da kazanımlarımızdan çok daha fazla kayıplarımız olduğunu çıkıp söyleme erdemini gösterebilecek bir zafercinin kabul görmeyeceği gibi…


Rıza Nur’a da bir bahis açalım. Atatürk’le ve İsmet İnönü ile hep kavgalı oldu. Bu yüzden, bu çevrelerde sevilmedi. Uzun süre Türkiye’de yayımlanması yasak olan 3 ciltlik “Hayat ve Hatıratım”da İsmet İnönü’nun, kendisinin Lozan’daki başarılarını ilk başta çok övdüğünü ama sonra bundan vazgeçtiğini yazar. Demek ki orada da işler çok iyi gitmemiş. Fakat bir gerçek var ki, Rıza Nur, müzakereler sırasında karşı tarafa çok çetin ceviz olduğunu kabul ettirmiştir. Şimdiki Trakya sınırı, onun eseridir. Yoksa İngilizler boğazlara kadar dayanmıştı.


Son söz; yönetenlerin bir yönetimi olmalıdır. Böyle olunca “Ah Lütfi Paşa neredesin” diyesim geliyor. Biri çıkıp şu yönetenlere, senin yaptığın gibi yapsa ve devlet nasıl idare edilir öğretse, o da boyun büküp bunu kabullense tadıyla yenir mi?


Ama nerede bu irade?


Öğrenmemiz gereken en önemli şey; tarihi olayları tarihin hoşgörüsüne, tarihi şahsiyetleri de tarihin yargısına bırakmak. Tamam, rahmet okumasak bile hiç kimse, hiç kimsenin kutsalına küfretmesin.


Sosyal mesafeye, maske takmaya ve aşırı temizliğe dikkat ederek idrak edeceğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum. Unutmayın, kurbanınızın ne eti ne de kanı Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. Sağlık ve afiyet içinde nice bayramlara ulaşmanızı Rabb’imizden niyaz ediyorum.


Muhabbetle efendim!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi