“Çözüm Süreci” idi adı. Tam çözülme sürecine dönmeden de sona erdi zaten.
4 Nisan 2013’te, toplumun çeşitli kesimlerinden 63 kişilik bir “akiller heyeti” kuruldu. Bu kişiler, yedi bölgede valiliklerce seçilmiş insanları bir araya toplayıp, onlara çözüm sürecini ve çatışmasız bir Türkiye’yi anlattılar. O yılın Nevruz’unda, terörist başının mektubu Türkçe ve Kürtçe olarak Diyarbakır’da okundu ve şimdiki gibi yine silahlı güçlerin Türkiye dışına çekileceği açıklandı. 25 Temmuz’da da PKK, Türkiye’deki silahlı güçlerini Irak’ın kuzeyine çekeceğini resmen duyurdu.
Peki, gerçekten çekildiler mi?
Bize göre hayır; yalnızca göstermelik bir hareket sergilendi. Zaten daha en başından belliydi ki “çözüm süreci” adı verilen bu sakat yapı, birkaç yılı bulmadan patlak verecekti. Nitekim 22 Temmuz 2015’e kadar sürdü ve Ceylanpınar’da iki polis memurunun şehit edilmesiyle birlikte tamamen rafa kalktı.
Oysa bu süreç uğruna anayasal değişiklikler dahi yapılmıştı. 11 Temmuz 2014’te TBMM’de kabul edilen ve Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulan “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”, 15 Temmuz’da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak Resmî Gazete’de yayımlandı.
Bu süreçte valilikler, pek çok terör saldırısına rağmen operasyonlara izin vermezken, örgüt hiç boş durmadı. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi yapı baştan beri sorunluydu. Terör örgütüyle silah bırakma şartları açıkça konuşulmamıştı. Bu boşluktan faydalanarak hendekler kazıldı, silahlar depolandı. Bülent Arınç, bir soru üzerine yaptığı açıklamada, “İster silahlı ister silahsız, cehennemin dibine kadar gitsinler” diyerek, böyle bir konunun resmen müzakere edilmediğini dile getirmiş oldu. Öyle ki, sürece verilen destek o kadar büyüktü ki, “Barış için el de öpülür, etek de” diyenler dahi çıkmıştı.
Şimdi yeni bir süreç başladı. Örgüt, yaptığı kongreyle tatmin edici olmaktan uzak bir biçimde PKK adı altındaki eylemlerini sonlandırdığını ilan etti. Ancak silahların akıbeti, eylemlere katılmış ve dağda yaşayan militanların yargılanıp yargılanmayacağı gibi kritik konular yine konuşulmamışa benziyor. Evlatları dağa kaçırılmış olan Diyarbakırlı annelerin durumu ne olacak, bilen yok. Sınır ötesinde bazı silahların toplandığına dair ortaya çıkan görüntülere inanmak da güç. Zira “bekleyip görelim” deme lüksümüz bile yok.
12 Mayıs sabahı yapılan açıklama, anlaşılan o ki bizim gibi birçok kişiyi tatmin etmedi. Ömer Çelik’in “Terör örgütünün fesih ve silah bırakma kararının içte ve dışta tüm boyutlarıyla ve somut şekilde hayata geçmesi gerekir” demesi de bunun göstergesi. Ayrıca sürecin, muhalefetin içine de sinmediği görülüyor.
Terör örgütünün açıklaması, yalnızca Türkiye içindeki yapıyı kapsıyor. Bu da demek oluyor ki, sınır ötesinden yapılabilecek saldırılar kapsam dışı bırakılmış. Örgüt, zaten fiilen bitmiş olan iç yapılanmayı bir de kendisi feshetmiş gibi göstererek, öncelikle terörist başının serbest bırakılmasını, ardından da “demokratik haklar” adı altında bazı tavizler koparmayı hedefliyor olabilir.
Bu kez gevşek davranmamak gerekir. Sanırım aklı başında olan herkes bunu düşünüyordur. Trump’ın “Erdoğan’la konuştuktan sonra Suriye’ye yaptırımı kaldırdım” sözünü de kulak ardı etmemek lazım. Acaba Suriye’de bazı kazanımlar mı elde edildi?
Bu arada bazı söylemlere dikkat etmek gerekir. Bu yapılan bir “ateşkes” değildir; zira ateşkes devletler arasında yapılır. Karşımızda bir devlet değil, bir terör örgütü var. Ayrıca, Lozan’ı, Sevr’i ve 1924 Anayasası’nı bu açıklamaya karıştırmakla da hiç iyi etmedi PKK. Açıklamanın gecikmesini, “daha makul bir metin hazırlanıyor” diye yorumlayanlar da büyük hayal kırıklığı yaşadı. Bu da biline.
Muhabbetle, efendim.