Bu hafta da Akif’ten devam edeceğiz. Arabistan’ın Necid çöllerinde iken bir görevle orada bulunan İstihbarat Teşkilatı Başkanı Kuşçubaşı Eşref’den aldı zaferin haberini ve Çanakkale Şehitlerine adlı o şaheserini burada yazdı.
Şu boğaz harbi nedir, var mı ki dünyada eşi
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden bir yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
…….
Geçen haftaki yazımızda İstiklal Marşı’nın hikâyesini yazmıştık. Bu kez ise, 110 yıl önceki Çanakkale’yi yazacağız.
Mehmet Emin Yurdakul, “Şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” der. Mehmet Akif, haykıran bir şairdir. Haykırdıkça millet ayağa kalktı. Konferanslar, vaazlar verdi ve Kurtuluş Savaşı’nın manevi mimarlarından biri oldu. Burada, o uzunca şiiri baştan sona anlatacak değiliz. Bir iki hatırlatma ile sözümüzü sonlandıracağız. Çünkü bu şiiri bugünün diliyle anlamak pek mümkün değil. Yeni dile çevirmek de şiirin aslını bozar.
Eski Dünya, yeni Dünya bütün akvam-ı beşer’deki akvam-ı beşer’i insanlık kavimleri olarak değiştirirsek şiirin insicamı bozulur. Aha da insicam; ahenk, düzen, tutarlılık hangisini kullanalım? Yoksa bağdaşım mı diyelim? Demem o ki, o şiir ve Akif’in diğer şiirlerini bugünkü dile çevirmek zor. Zaten aruz vezniyle yazılmış şiirleri olduğu gibi bırakmalı, öyle anlamaya çalışmalı. Birazcık da eski kelimeleri öğrenmek lazım ama değil mi?
Akif, Asım’ın Nesli diye bir ideal ortaya atar ve şiirin bir yerinde,
Asım’ın nesli diyordum ya; nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu; çiğnetmeyecek, diyerek o nesle de bir selam çakar.
Şiirden biraz uzaklaşıp Çanakkale’ye de bir uzanalım isterseniz. Havada kurşunların çarpıştığı bir yerdir Çanakkale. Metrekareye bilmem kaç bin mermini düştüğü yerdir de. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında derken Akif, Çanakkale’de bütün dünyaya karşı savaşıldığını anlatır. Öyle ki kimler ne için savaştığını bile bilmeden bu Çanakkale mahşerine sürülmüştür. O yüzden Atatürk, bu topraklarda ölen düşman askerleri için şunları söyler:
Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat, rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
276 kiloluk top mermisini üç defa sırtlayıp Ocean gemisini vurmayı başaran ve daha sonra fotoğraf çekebilmek için aynı mermiyi bir daha kaldıramadığı için ağaçtan bir mermiyi sırtlayıp öyle poz veren Seyit Onbaşı’yı mı anlatalım, tamamı şehit düşen 57’inci alayı mı? Yoksa… Yoksa Nail Memik’in,
Bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular,
Tam üç Alayla burada, gönülden vuruştular,
Düşman tümen sanırdı, bu şahlanmış erleri,
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular, dediği isimsiz kahramanları mı?
Ya da, Allah’ın bir lütfu olduğu muhakkak olan o zifiri karanlıkta denize mayın döken Nusret Mayın Gemisi’nin, boğazı tarassut eden düşman gemilerinin projektörlerine yakalanma korkusuyla kalbi durarak şehit düşen o gemi komutanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’yı mı, İtilaf kuvvetlerinin tam 35 kez boğazı geçme girişimini engelleyen Selahattin Adil Paşa’yı mı?
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.
Çanakkale Geçilmez idi ve geçilmedi. İngiliz komutan birkaç güne varmaz İstanbul’a çıkarız diyordu ama yanıldı. Onu yanıltıp yamultanlara selam olsun. Mekânları cennet, ruhları şâd olsun!
Muhabbetle efendim!