Mustafa Barış ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
Mustafa Barış ÖZTÜRK
 

Sabah alarmı çalıyor.

Uykunun en tatlı yerinde, bir titreşim, bir ses… gönül isterdi ama o değil! Telefon, gözümüzü tam açmadan ekranı kaydırıyoruz: ve basıyoruz Ertele tuşuna… Ama hayatı öylece erteleyemiyoruz. Modern hayatın koşturmacası çoktan başlamış oluyor. Sabah kahvesi termosla arabada, göz yarı açık trafik lambasında, akıl günün ajandasında. Çocuk “Baba bak uçurtma yaptım!” diyor, senin gözün telefon ekranında, sesinse otomatik: — Aferin oğlum… Ama gerçekten gördün mü?  Yoksa sadece “görüyormuş gibi mi” yaptın? Her gün biraz daha hızlı yaşıyoruz. Ama o hızın içinde aslında hiçbir yere varmıyoruz. Sanki bir koşu bandındayız: Yoruluyoruz ama ilerlemiyoruz. Ve bu hızın içinde neleri ıskalıyoruz, bir düşün: Kahvaltıda çıtırdayan simidin sesini, Yarın çaydanlıkta demlediği çayın buharını, Yan komşuyla merdiven başı edilen ayaküstü muhabbeti, Bir dostun gözünün içine baka baka “Gerçekten nasılsın?” demeyi… Telefon rehberimizde yüzlerce kişi var ama içimizde konuşacak bir kişi yok. Fotoğraf galerisinde binlerce kare var ama anılar albümümüz bomboş. Ve ne yazık ki hepimiz, dijital bir mutluluk illüzyonunun içinde kaybolmuş gibiyiz. Bugünün dünyası bize mutluluğu vaat ediyor. Hatta artık bir uygulama hâlinde sunuyor: “Günde 10 dakika meditasyon yap, aynaya bak ve kendine ‘ben güçlüyüm’ de, kahveni içerken “anı yaşa” bildirimi gelsin, biraz serotonin salgılayıp mutlu olduğunu san.” San… çünkü belki de gerçekten sadece sanıyorsun. Ama ya öyle değilse? Eskiler böyle demezdi. Mutlu değil, bahtiyar ol derlerdi. Bakın, nasıl da başka tınlıyor değil mi? Mutluluk gelip geçici, bahtiyarlık ise içe işleyen bir hâl. Ben bu farkı çocukken Rize Reşadiye mahalledeki Bahtiyar Dede sayesinde anladım. Gerçek adı Süleyman’dı ama herkes ona “Bahtiyar” derdi. Çünkü o, küçük bir çay ocağının önünde oturup serçelere simit kırıntısı atan, radyodan klasik Türk müziği dinleyen, yalnız ama eksiksiz bir adamdı. Ne zaman görsek, gözlerinde derin bir huzur, dudaklarında ince bir tebessüm olurdu. Bir gün sordum: — Dede, sen neden hep mutlusun? Hep ışık saçıyorsun Gülümsedi. Başını hafifçe yana eğdi: — Evladım… Ben mutlu değilim, bahtiyarım. Sonra bir bardak çay doldurdu. Sırtı dönüktü ama sesi hikâye anlatıyordu: — Gençken ben de mutlu olmaya çalıştım. Kazan, koş, biriktir… Ama içim hep eksikti. Bir gün yaşlı bir kadın bana dedi ki: “Bahtınla kavga etme, onunla arkadaş ol.” O gün hayat değişti. Elindekine razı olmayı, olmayanın peşinden körü körüne koşmamayı öğrendim. O gün ben, bahtiyar oldum. İşte o günden beri anladım: Modern zamanlar hızlıdır ama bahtiyarlık yavaşlık ister. Modern zamanlar gürültülüdür ama bahtiyarlık sessizlikte yaşar. Modern zamanlar dışa dönüktür ama bahtiyarlık içe bakmayı gerektirir. Dünyanın bu hızlı döngüsünde belki de ihtiyacımız olan şey bir doz motivasyon değil, bir tutam bahtiyarlık. Çünkü mutluluk gelip geçer. Bahtiyarlık ise yerleşir. Seninle birlikte yaşlanır. Bir çay ocağının gölgesinde, bir çocuğun kahkahasında, belki bir sahil kasabasında deniz kenarında gökyüzüne bakarken içinden geçen o sade “şükür”de yaşar. Bugün biraz yavaşla. Belki de ıskaladığın bir tebessüm, bir köşe başında hâlâ seni bekliyordur. Hayat belki de hâlâ sana göz kırpıyordur. Koşarak kaçırdıklarını, yavaşlayarak yakalayabilirsin. Böylece bahtiyar olursunuz. Işık saçarsınız.  Çok geçmeden o yaşlı kadın bize de gözükür mü? 
Ekleme Tarihi: 19 June 2025 - Thursday

Sabah alarmı çalıyor.

Uykunun en tatlı yerinde, bir titreşim, bir ses… gönül isterdi ama o değil!
Telefon, gözümüzü tam açmadan ekranı kaydırıyoruz: ve basıyoruz Ertele tuşuna…

Ama hayatı öylece erteleyemiyoruz.
Modern hayatın koşturmacası çoktan başlamış oluyor.
Sabah kahvesi termosla arabada, göz yarı açık trafik lambasında, akıl günün ajandasında.
Çocuk “Baba bak uçurtma yaptım!” diyor, senin gözün telefon ekranında, sesinse otomatik:
— Aferin oğlum…

Ama gerçekten gördün mü? 
Yoksa sadece “görüyormuş gibi mi” yaptın?

Her gün biraz daha hızlı yaşıyoruz.
Ama o hızın içinde aslında hiçbir yere varmıyoruz.
Sanki bir koşu bandındayız: Yoruluyoruz ama ilerlemiyoruz.

Ve bu hızın içinde neleri ıskalıyoruz, bir düşün:
Kahvaltıda çıtırdayan simidin sesini,
Yarın çaydanlıkta demlediği çayın buharını,
Yan komşuyla merdiven başı edilen ayaküstü muhabbeti,
Bir dostun gözünün içine baka baka “Gerçekten nasılsın?” demeyi…

Telefon rehberimizde yüzlerce kişi var ama içimizde konuşacak bir kişi yok.
Fotoğraf galerisinde binlerce kare var ama anılar albümümüz bomboş.
Ve ne yazık ki hepimiz, dijital bir mutluluk illüzyonunun içinde kaybolmuş gibiyiz.

Bugünün dünyası bize mutluluğu vaat ediyor.
Hatta artık bir uygulama hâlinde sunuyor:
“Günde 10 dakika meditasyon yap, aynaya bak ve kendine ‘ben güçlüyüm’ de,
kahveni içerken “anı yaşa” bildirimi gelsin, biraz serotonin salgılayıp mutlu olduğunu san.”

San… çünkü belki de gerçekten sadece sanıyorsun.
Ama ya öyle değilse?

Eskiler böyle demezdi.
Mutlu değil, bahtiyar ol derlerdi.

Bakın, nasıl da başka tınlıyor değil mi?
Mutluluk gelip geçici, bahtiyarlık ise içe işleyen bir hâl.

Ben bu farkı çocukken Rize Reşadiye mahalledeki Bahtiyar Dede sayesinde anladım.
Gerçek adı Süleyman’dı ama herkes ona “Bahtiyar” derdi.
Çünkü o, küçük bir çay ocağının önünde oturup serçelere simit kırıntısı atan,
radyodan klasik Türk müziği dinleyen,
yalnız ama eksiksiz bir adamdı.
Ne zaman görsek, gözlerinde derin bir huzur, dudaklarında ince bir tebessüm olurdu.

Bir gün sordum:

— Dede, sen neden hep mutlusun?
Hep ışık saçıyorsun

Gülümsedi. Başını hafifçe yana eğdi:

— Evladım… Ben mutlu değilim, bahtiyarım.

Sonra bir bardak çay doldurdu. Sırtı dönüktü ama sesi hikâye anlatıyordu:

— Gençken ben de mutlu olmaya çalıştım. Kazan, koş, biriktir… Ama içim hep eksikti.
Bir gün yaşlı bir kadın bana dedi ki:
“Bahtınla kavga etme, onunla arkadaş ol.”
O gün hayat değişti.
Elindekine razı olmayı, olmayanın peşinden körü körüne koşmamayı öğrendim.
O gün ben, bahtiyar oldum.

İşte o günden beri anladım:
Modern zamanlar hızlıdır ama bahtiyarlık yavaşlık ister.
Modern zamanlar gürültülüdür ama bahtiyarlık sessizlikte yaşar.
Modern zamanlar dışa dönüktür ama bahtiyarlık içe bakmayı gerektirir.
Dünyanın bu hızlı döngüsünde belki de ihtiyacımız olan şey bir doz motivasyon değil,
bir tutam bahtiyarlık.
Çünkü mutluluk gelip geçer.
Bahtiyarlık ise yerleşir. Seninle birlikte yaşlanır.
Bir çay ocağının gölgesinde, bir çocuğun kahkahasında, belki bir sahil kasabasında deniz kenarında
gökyüzüne bakarken içinden geçen o sade “şükür”de yaşar.

Bugün biraz yavaşla.
Belki de ıskaladığın bir tebessüm, bir köşe başında hâlâ seni bekliyordur.
Hayat belki de hâlâ sana göz kırpıyordur.

Koşarak kaçırdıklarını, yavaşlayarak yakalayabilirsin.
Böylece bahtiyar olursunuz. Işık saçarsınız. 
Çok geçmeden o yaşlı kadın bize de gözükür mü? 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi